• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

İnsanlığa, kemale erdirilmiş olarak gönderilen son din İslam, hayatı bütün yönleriyle kuşattığı gibi aynı zamanda bir yardımlaşma ve dayanışma dinidir. İslâm`dan önce de sonra da hiç bir din, hiçbir fikir ve sistem onun kadar bu konuya eğilmemiş, bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır.

 

Bu konuda Kur`an`ı Kerîm`de şöyle buyrulmaktadır ; “Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Dünya hayatında insanların geçimlerini aralarında taksim eden biziz. Birini diğerine iş gördürmesi için kimini kiminden zengin kıldık. Rabbinin rahmeti ise onların topladıkları yığınlardan daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 32)

Kur`an`dan öğrendiğimiz bu gerçeği, her birimiz günlük hayatımızda da görmekteyiz. İnsanlık tarihi boyunca olduğu gibi bugün de hiçbir toplumda, ortak bir hayat ve geleceği paylaşan insanlar aynı düzeyde değildir. Zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği kadını... ile insan toplulukları hem bir tezat, hem de bir ahenk meydana getirmektedirler. Tabiattaki bu başkalık, bu tezat, bir hareketin kaynağını oluşturuyor ki, buna, “hayat” diyoruz.

İşte yaratılıştan gelen bu farklılıkla, hayatın içinde yoğrulan insanlar muhakkak birbirlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Pek çok ve değişik konuda zengin fakire, güçlü zayıfa başvurmak zorunda kalmaktadır. Hiç bir zengin, “Benim kimseye ihtiyacım yoktur” diyemez. Çünkü servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır; “Benim param var, kimi istersem çalıştırırım” demesi bu gerçeği değiştirmez. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç oluyor demektir.

Netice itibariyle hangi tarafa bakarsak bakalım, bütün sosyal ilişkilerde böyle durumlarla karşılaşırız. Bütün insanların ister istemez bir başkasının gücüne, parasına, fikrine muhtaç olduğunu görürüz. Onun için eskiler, “Zen merde, civan pire, keman tire muhtaçtır” demişlerdir. Hâsılı bütün insanlar bir şekilde birbirine muhtaçtır.

İnsanların böyle birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı olarak yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Yardımlaşma, toplum halinde yaşamanın doğal bir sonucudur. Hem başkaları ile yaşamak, hem yardıma ihtiyaç duymamak imkânsızdır. Bunun için İslamiyet yardımlaşmayı, bütün maddî ve manevi hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak ortaya koymuştur. Kur`an-ı Kerîm`in pek çok ayetinde bu konuya temas edilerek, Müslümanlar yardımlaşmaya teşvik edilmiştir. Hz. Peygamber de(SAV) sayısız hadislerinde maddî ve manevi yardımın insan hayatındaki önemini dile getirmiştir.

Bu itibarla; “iyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” (Maide, 2) buyuruyor. Zekât vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her şeyin iyilik kapsamına alındığını düşünürsek, dinimizin yardımlaşma sınırını ne kadar geniş tuttuğunu daha iyi kavrayabiliriz.

Yardım anlayışının özünde fedakârlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyden bir başkasına verilmesi şeklinde fedakârlık söz konusudur. Bu verme işi bazen, zekât ve fitrede olduğu gibi mecburi olsa da çoğu zaman, tamamen isteğe bağlıdır. Yine zekât belli bir miktarda alındığı halde sadakanın sınırı yoktur. Dileyen dilediği kadar verir. Böylece Müslümanlar arasında en geniş manada yardımlaşma yapılır. Bu maddî yardımın dışında, Müslümanlar başkalarına söz ve davranışları ile de iyilik yapmak, onlara sevgi ile bağlanmak zorundadırlar. Bu da onların görevidir.

Hiçbir iyilikte bulunamayan bir Müslümanın, eli ve dili ile başkalarına zarar vermemesi bile iyilik (sadaka) sayılmıştır.

Mal ile yapılacak bir yardım şekli de “karz-ı hasen”dir. fâiz ve benzeri herhangi bir menfaat beklemeksizin Müslüman kardeşine ödünç olarak verilen yardım demektir. Bu da Allah`ın övdüğü bir malî yardım şeklidir. Kur`an-ı Kerîm`de bu fedakârlık o kadar yüceltilmiştir ki, ödünç veren kişi sanki insanlara değil Allah`a vermiş gibi telâkki edilmiştir:

“Sadaka vererek iyilik eden erkekler ve kadınlar, bir de Allah`a gönül hoşluğu ile ödünç verenler yok mu, işte Allah onların mükâfatını kat kat verecektir. Onlar için çok şerefli bir karşılık vardır” (Hadid, 18)

Allah (CC), eğer böyle bir mükâfatı vaat ediyorsa onun vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Ondan daha güzel vaadini yerine getiren kim vardır?