• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Fransız ihtilalinden sonra dine alternatif olarak ortaya çıkan laiklik, günümüze kadar hep din karşıtı olarak kullanılmış ve dini bertaraf etmek için işlev görmüştür. Nasıl ki, İslam`ın siyasi, hukuki ve ahlaki hükümleri varsa ayni şekilde laikliğin de siyasi, hukuki ve ahlaki hükümleri vardır.

Siyasi laiklik, devlet otoritesinin sınırlandırılmasının gelişmesinde, siyasi kudretin dini kudretten soyutlanmasıdır. Buna göre devlet işlerinde dinin hiçbir müdahalesi olmamalıdır!

Hukuki laiklik ise, temel hak ve özgürlük ilkelerinden hareketle, doğrudan doğruya devletin yürütme organ ve ilkelerinden ayrılması prensibine dayanır. İlke gereğince devlet hiç bir dini tanımayacağı gibi, fertlerin bir dine sahip olma ya da dini ihtiyaçlarını tatmin etmedeki tavır ve eylemlerinde mutlak özgürlüklerini kabul eder. Böylece devlet, dini kurallara dayalı kanunlar çıkaramayacağı gibi, dindarların dini yaşantılarını olumlu veya olumsuz yönde sınırlandırıcı ilkeler dikte edemez.

Siyasi-hukuki bir anlam taşıyan “laiklik” ile doktriner anlamdaki “lâisizm” kapsam bakımından birbirinden farklıdır. Doktriner anlamda laisizm, temelini felsefî laiklikten alan ve bireysel ya da toplumsal hayatın en geniş bir biçimde dünyevi-uhrevi diye ikiye bölünmesini ifade eder. Bu anlamda din, iman, vahiy, ahlâk, ilim, sanat, hayat ve akıl gibi genel kavramların laik fikir akımları çerçevesinde yorumlama girişimlerinin genel bir formudur.

Meselâ; “laik ahlak” denilince, dini inanç ilkeleri ile ilişkisi olmayan, otoritesini ya toplumdan ya da ferdin vicdan ve iradesinden alan, kendisini akıl ilkelerine göre düzenleyen ahlak demektir. Bu anlayışın felsefî kökeninde, İlk Çağ`ın “mutlu olmak için nasıl yaşamalıyım?” sorusuna bireysel haz düzleminde cevap arayan, bireyin eylem ve isteklerinden hareket eden faydacı ilkeleri gözeten ahlak söz konusudur. Laik ahlak yüzyıllar boyunca bizzat kilisenin daha sonra feodal senyörlerin çıkarlarına; Burjuva devrimi boyunca zengin elitizmin sermaye biriktirmesine, kapitalizmin evrensel sömürü anlayışının teşekkülü ve nihayet, Marksist ideolojinin kurmaya çalıştığı siyaset teorisine kaynaklık teşkil etmiştir.

Laik ahlak, ahlaki değer ve davranışların temelinden dini çekip almak; yerine din dışı, söz gelimi liberalist veya sosyalist ilke ve kuralları yerleştirmek demektir. Laik ahlak, zaman zaman toplumsal özelliklerde de ortaya çıkmıştır. Bu anlamda, dini ahlak bir “Cemaat ahlâkı” iken; laik ahlak putlaştırılmış aklı kendisine prensip olarak seçen bir vatandaş ahlakıdır. Bu ahlak, Fransız devriminde burjuva sınıfının çıkarlarını korumak için ihdas edilmiş ve ilkçağın ateizmini örnek almıştır.

Aynı zamanda bu ahlak, kapitalist ahlakın da ilk kaynağıdır. Zira kapitalist anlayışa göre kazancı tahrik eden her şey ahlaktır. Böyle bir ahlaka göre dünyada kim daha zengin olursa, cennette de o kadar rahat ve müreffeh olacaktır.

Tanzimat`tan beri İslâm`ın sosyal ve ekonomik düzeni, hukuki anlayışı ve dünya görüşüne karşı konulurken, hep İslam`ın ahlakına karşı laik ahlak yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla yeri gelince ahlakı ahlaksızlık, ahlaksızlığı da ahlak olarak telakki etmektedir.

İslam ahlakı, İslam`ın bir sosyal düzen olarak uygulandığı toplumlarda ancak yaşanabilir. Kuşkusuz ki, siyasi ve hukuki olarak İslam`ı yaşamayan bir toplum, ahlaki olarak da yaşayamaz. Bugünkü kapitalist toplumda İslam ahlâkını yaşadığını iddia edenler aslında kapitalist ahlakı yaşamaktadırlar. İşçileri az ücretle çalıştırmak, yüksek faiz oranıyla sermaye biriktirmek, maliyeti ucuza sağlamak, kaliteyi düşürmek, üretimi durdurmamak için sürekli tüketimi ve suni ihtiyaçları körüklemek, bunu kolaylaştırıcı mahiyette dev reklam müesseseleriyle insanları yanıltmak için savaşlar çıkarmak kapitalistler açısından son derece ahlaki davranışlardır.

İslam`a göre ise, bir şey dinen kötü ise hukuken de ahlaken de kötüdür. Mesela içki, kumar dinen haramdır, hukuken yasaktır, ahlaken de kötüdür, çirkindir. Hakeza zina ve hırsızlık da böyledir. Bunların hem dünyevi hem de uhrevi cezaları vardır. İrtidattan dönmeyen bir muannidin cezası dünyada idam, ahirette de ebediyen cehennemdir.

İslam`a göre din ayrı bir şey, vicdan ayrı bir şeydir. Hükümler vidana göre değil, dine göre belirlenir. Vicdani hükümler dine uyuyorsa geçerlidir. Dinden ayrı veya dine ters bir vicdanın özgürlüğü olamaz. Vicdanlar faklı farklı olduğu için din gibi kesin hüküm ifade etmez. Bunun aksini iddia eden laikler acaba anne-babasını sokağa atan, eşini çocuğunu katleden vicdana ne diyecekler?