Salt geçmişle değil hakla övülür
Geçen haftaki yazımızda tarihin, yanlı olamayacağını, keyfi müdahalelerle, kırpma ya da ilave kabul etmeyeceğini açıklamıştık. Bu yazımızda da tarihin, toplumların hayatındaki yeri, önemi, ne derece ve nerede bağlayıcılığı hakkında birkaç hususu söylemeye çalışacağız.
Şüphesiz İslam kültüründe tarih ilminin büyük bir yeri ve önemi vardır. Tarihi bilmeyen ve tarihle kültürünü beslemeyen bir âlim, bir hatip diğer ilimlerde derinleşse de onları düzenli şekilde ve yerli yerine kullanamaz, birikimini mükemmel şekilde aktaramaz. Zira tarih bilgini, önünü arkasını görerek yürüyen insan gibidir. Geçmiş ile gelecek arasında sürekli bir bağ vardır.
İşte bu bağı kurabilen tarihçi ancak günlük hadiseleri değerlendirebilir, tarihin akışıyla gerçeklerin doğru değerlendirilmesini ve isabetli tahlil etmesini gerçekleştirir.
Aslında tarih bütün ilimlerin amilidir. Nasıl ki mantık diğer ilimlerin terazisi olarak bir alet ilmi olarak biliniyorsa, tarih ilmi de ani gelişen olaylar hakkında mantık yürütebilmenin ve doğru muhakeme edebilmenin olmazsa olmazlarındandır. Nasıl ki, bir olayın mebde ve meadını, sebep ve sonucunu bilmeden onun üzerinde fikir yürütmek doğru değilse aynı şekilde bir toplumun tarihini öğrenmeden onun geleceğiyle alakalı kararlar almak da doğru değildir.
Şu halde tarih, bütün ilimler için alet olan mantık ilminin de aletidir, amilidir. Elbette güzel şeyleri elde etmek için vasıtalara ihtiyaç vardır. Bir şey ne kadar kıymetli ise ona ulaştıran vasıtalar da o kadar kıymetlidir. Ama nihai vasıtalar bir o kadar daha kıymetlidir.
Tarihi okuyan bir insan, onun sayfaları arasında hem asır olmadığı insanlarla sürekli bir alaka içinde olur. Onlarla birlikte yaşıyormuşçasına bir nevi ortamlarını paylaşır ve bir anda kendini onların arasında hisseder. Özellikle fikir ve dava adamları, tarihin sayfaları arasında seyrüsefer yaparken tarihte yaşanmış doğru ve yanlışların sebep ve neticelerini görünce çok daha temkinli ve hesaplı adımlarını atmak zorunda kalırlar.
Hakeza zorba yöneticiler ve azgınlar da tarihte yok olmuş zalimlerin kötü akıbetlerini okudukları zaman bir nebze de olsa yumuşaklık gösterir, zulümlerinden vazgeçebilirler. Aynı zamanda mazlumlar da tarihte zulmün çok devam etmediğini ve nihayetinde zalimlerin tahtlarının yıkıldığını okuyunca teselli bulur ve geleceğe umutla bakarlar. Hulasa tarihin tekerrür edebileceği gerçeğinde herkes için mutlaka bir hisse, bir ders ve ibret vardır.
Şurası da iyi bilinmelidir ki tarih; şayet sadece geçmişte yaşanmış hadiseleri salt o günün gerçekleriyle alakalı bilgi ve belgelerden ibaret algılanır ve sınırlandırılmış olursa bir hikâye olmaktan öte bir mana taşımayacak ve bir değer ifade etmeyecektir.
Tarih denilen olay; dünü, bugünü ve yarını birlikte düşünüp algılandığı zaman, gerçek değerini kazanmış, anlam ve meramını o zaman ifade etmiş olacaktır. Tüm zaman, zemin ve süreçlerde ve sürekli olarak bu üç zaman (geçmiş, hal ve gelecek) mefhumu arasında örülü bağların bulunduğu ve bu bağların var oluşu sebebiyle tarihin zaman zaman tekerrür edeceği gerçeği asla unutulmamalıdır. İşte tarihe bu perspektiften baktığımız zaman, onu hakkıyla anlamış ve gerçek anlamına kavuşturmuş olabiliriz.
Geçmişte edinilen tecrübeler, bugünün gerçeklerine ışık tuttuğu gibi, doğru istikamette yürüyebilmek ve daha güzel yarınları kurabilmek için de geleceğe kılavuzluk etmektedir. Geçmişini bilmeyen milletler, geleceğe umutla, aydınlıkla bakamazlar. Özellikle fikir ve dava adamları, tarihe bu açıdan bakmak zorundadırlar. Zira onlar, tarihin bütün süreçlerini dikkate almak suretiyle, geçmişle gelecek arasında bağ kurmak durumunda ve ona göre adımlarını ancak atabilirler. Kur`an`da peygamberimiz (sav)e sık sık zikredilen peygamber kıssalarının bir amacı da bu olsa gerek.
Tarihin her türlüsü bağlayıcı olmaz. İyisinden dersler, kötüsünden de ibretler çıkarılır. Körü körüne geçmişe bağlanmak, delice sevgi beslemek doğru değildir. Yani ne olursa olsun dinden, inançtan ve faziletten nasiplenmemiş atalar yoluna sapmak, taassupla onları taklit etmek donukluğu ve cehaleti doğurur. Bu ise toplumu ileriye değil, geriye götürür.
Şu halde, aranacak olan ölçü; hak ve bâtıl, menfaat ve zarar, iyilik ve kötülük arasında doğru tercihtir. Bunların hakkıyla yerini bulması için Allah`ın hükmünü, hakkın delilini bulmak lazımdır. Dolayısıyla bir şeye tâbi olmanın sebebi; eskilik, yenilik veya atalar yolu olup olmaması değil; Allah`ın emrine ve Hakk`ın deliline uygun olmasıdır. Allah`ın emrine uyan ve yaptığını bilen atalara uyulur. Hakkın emrini tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere ise uyulmaz. Doğru istikamette yürüyenlerden olmanız dileğiyle.