İslama göre siyasi otorite
Müslüman sosyologlar, siyasi otoriteyi: “İnsanları yönetme, devleti idare etme sanatı; insanları, dünya ve ahiret saadetlerine yöneltme gayreti, mesaisi ve diplomasisidir.” şeklinde tarif etmişlerdir.
İslami otoritenin temel prensiplerini ve yönetme biçiminin en güzelini, Peygamberimiz (S.A.V.), Medine halkıyla yaptığı meşhur Akabe Biatleri`nde görmekteyiz. Biatlerin içeriği incelendiği zaman, bunların ruh temizliği, sosyal reform ve hukuka dayandığı apaçık görülür.
Kur`an`a göre, yerlerin ve göklerin mülkü Allah`ındır, yeryüzünde Allah`ın gönderdiği kanunlar uygulanmalıdır: “Ey peygamber! De ki, Ey mülkün sahibi olan Allah`ım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de çeker alırsın...” (Ali İmran, 26) “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah`ındır.” (Ali İmran, 189)
Bu ayetlerden anlaşılan, kâinatta uygulanan Allah`ın hükümleri insanlar arasında da uygulanmalıdır. Çünkü kâinat onun mülk, insanlar onun kullarıdır. Çıkarılan bir başka hüküm ise; Allah`ın hükümranlığı karşısında insanlar tıpkı bir yöneticinin tebaası gibi aynı hizadadır. Bir başka nokta ise; insanın, ilahi kudret ve ilahi kanunlar karşısında son derece acziyet içinde olduğudur.
İslam, siyasi birliğe çok önem verir, siyasi birliği bozacak hareketlere müsamaha göstermez. Onun için, fitneyi katilden daha beter olarak görür. Fitneye neden olan, fitne kapısını açan kimse, Allah`ın gazabına ve lanetine müstahaktır: “Demek ki işi, hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık münasebetlerini bile keseceksiniz, öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki, Allah kendilerini rahmetinden uzaklaştırmış da kulaklarını sağır, gözlerini kör etmiştir.” (Muhammed 22-23)
Kuran, Hud aleyhisselam diliyle siyasi karışıklık çıkaranlara itaat edilmemesini emreder: “Artık Allah`tan sakının ve bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyen, bozgunculuk çıkaran beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin.” (Şuara, 151-152)
İslami otoritenin dışa karşı başarılı olması için Kuran, bütün Müslümanların birlik halinde olmalarını zorunlu kılar: “Hepiniz topyekûn, sımsıkı Allah`ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın.” (Ali İmran, 103). Müslümanlar, birbirleriyle uysal, merhametli ve kardeşçe bir birlik kurmalıdırlar: “Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle savaşa dururlarsa, hemen aralarını bulup barıştırınız… Müminler ancak kardeştirler. O halde, iki kardeşinizin arasını bulup barıştırın...” (Hucurat, 9-10)
İslami otoritede, Peygambere vahyedildiği şekilde, ilahi kanunlara itaat esastır: ” Ey İman edenler! Allah`a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz (Kuran`ı) dinleyip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfal, 20)
İslami otorite, adalet temeline dayanır. “Peygamberliğin ilk esası insanlar arasında adalettir.”, diyenler vardır. Haksız hüküm verenlerin Cehennemde demirden bir el ile cezalandırılacakları haber verilir. Bu demirler bir devletin hukuk sistemini oluşturan en parlak prensiplerdir.
İslam`a göre, farklı dini inançlara sahip olmak ve özgürce inancını yaşamak, her vatandaşın en tabii hakkıdır: “Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır.” (Bakara, 256)
Hiçbir insan zorla dinini terk etmeye zorlanmaz. İslam`dan başka dinlere mensup olanlarla en uysal bir tarzda konuşulur: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel yol hangisiyse onunla yap...” (Nahl, 125)
İslami otorite, birbirine düşman sınıf ve kast sistemini kabul etmez. Bunun ilahi kanunlara karşı gelenlere verilen bir çeşit ceza olduğunu açıklar: “O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, sizi, size verdiği şeylerde imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizden üstüne kılandır. Şüphe yok ki, Rabbin, cezası çok suratlıdır.” (En`am, 165)
İslam`a göre asalet, belirli bir aile, ırk, kabile ve millete ait değildir. Asalet; kişinin karakterinde, hal ve gidişatında asil olmasıyla mümkündür: “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirinizle tanışasınız diye, milletlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat 13)
Onun içindir ki, Hz. Peygamber (S.A.V), kendi halasının kızını, kölelikten azat edilmiş olan Zeyd b. Harise`ye nikâhlamıştır; yine kölelikten azat edilmiş birinin oğlunu Kureyş asillerinin de içinde bulunduğu bir orduya komutan tayin etmiştir.