• DOLAR 32.941
  • EURO 35.411
  • ALTIN 2462.056
  • ...

Kâinatta varlık adına ne varsa her şey ölümlüdür. Bireylerin belli bir ömrü, eceli olduğu gibi, toplumların da belli bir ömrü ve eceli vardır. Fertler gibi toplumlar, devletler de doğar/kurulur, büyür/yükselir ve ölürler. Sürelerini dolduran milletler, medeniyetler tarih sahnesinden çekilir, silinir egemenliğini kaybeder, başka milletlerin ve yönetimlerin egemenliği altına girerler.

"Her ümmetin (takdir edilmiş) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geriye atabilirler ne de bir an ileriye alabilirler. (Allah'ın takdir ettiği vakitte yok olup giderler)." (Araf: 34)

Toplumlar adalet ilkelerine uydukları sürece yükseliş ve egemenlik sürelerini devam ettirirler. Bundan saparak ahlaki yozlaşmaya başlayınca Allah’ın cezasını hak ederek belayı üzerlerine çekerler. Bunun neticesinde ya helâk edilip tarih sahnesinden silinirler ya da başka milletlerin egemenliğine girmek zorunda kalırlar. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur.

Ecele iman eden özgüven sahibi olur. Bu iman, insanı korkaklıktan, haklarının gasp edilmesine karşı tepkisiz olmaktan, zulme seyirci kalmaktan kurtardığı gibi, sosyal hayat alanında da çok ciddi ve faydalı bir kimlik sahibi yapar. Bu iman insanları tembelliğe ve tedbirsizliğe değil, daha cesur, atak ve çalışkanlığa sevk eder. İzzet, heybet ve gayrete yöneltir. Sebepleri putlaştırmanın önüne geçip tevekkül sahibi yapar.

Bu iman, yakınlarından biri öldüğünde keşkeler içinde boğulmasına, başkalarına ve kendine gereksiz suçlamalar yapmasına engel olur. Ölüm gibi doğal ama ölünün yakınlarına acı veren bir olayı daha rahat kabullenip Allah’a, O’nun kaderine teslim olmayı sağlar. Dolayısıyla ecel inancı, insanın dünya ve ahiret mutluluğuna engel olacak yanlışlıklardan kurtulmasına sebep olur. 

Ecele inanmak insanı kahramanlaştırır, korkusuz yapar. Efendimiz Hz. Ali’ye sormuşlar; sen çok kritik noktalarda savaştın, kendinden daha güçlü hasımlarla vuruştun; bu ara sana hiç ölüm korkusu gelmedi mi? Hayır demiş. Çünkü eğer ecelim gelmişse korksam da ecel geri gitmez, eğer ecelim gelmemişse o zaman niye korkayım! Demiştir.

Fazlaca ecelden korkmak, aşırı tedbirlere sığınmak münafıklığın alametidir. Nitekim Uhud günü savaş alanını terk ettikleri, Resulullah sallellahu aleyhi vesellemi yalnız bırakan münafıklar, gidip Uhud’da Şehid olanlar hakkında da fitne yapmaktan geri durmamışlardı. İşte onlar hakkında şu ayeti kerime nazil olmuştu. “(Evlerinde) oturup da (şehit olan) kardeşleri hakkında: "eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyenlere de ki, "Eğer doğru sözlü kimseler iseniz, haydi canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" (Ali İmran: 168)

Kur’an-ı Kerim’de, müminlerin bu gibi tutumlardan sakınmaları istenmektedir: “sakın eğer bizim yanımızda kalsalardı (gidip Uhud’da) ölmezler, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah bunların (münafıkların) kalplerine bunu bir hasret (yarası) olarak koydu. Oysa canı veren de alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Ali İmran: 156)

Sonuç olarak mümin kişi, “kadere iman eden kederden emin olur” kaidesince metin bir imanla birlikte tedbirini de alarak özgüvenle düşmana meydana çıkınca ölümü bile korkutur. İşte bu imandır ki, düşmanın diz bağını çözer, yüreğine korku salar. Bu ruh hali onun gücünü Kur’an ifadesiyle birden yirmiye çıkarır. Karşı tarafta ise bu ruh hali bulunmadığı için kolay kolay onunla yüz yüze gelmek istemez. Geldiği zaman da dermanı çabuk biter.