• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Akıl Allah'u Teâlâ'nın insanoğluna verdiği en büyük bir nimet ve her çıkmazda yolunu aydınlatan bir nurdur. İnsanoğlunun sair mahlûklardan farklılığı, onun akıl ve irade sahibi olmasıdır. Ancak insan aklını doğru yönde kullanmazsa onu bir felakete de götürebilir. Zira akıl ve iradesini kullanmada insan serbest bırakılmıştır.

Kimi insanlar aklını iyi yolda, kimileri de kötü yolda kullanırlar, kimileri de hiç kullanmaz atıl bırakırlar. Özellikle evrendeki yaratıklara bakıp Yaratıcıyı idrak etmez, O'nun huzurundaki konumlarını, düşünmezler, akıllarını kullanıp kendilerine faydalı olacak ve fenalıklardan kurtaracak işler yapmazlar.

Akıl bir nimet, bir nur ve paha biçilmez bir cevherdir. Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, aklın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse kendisini hidayete götürecek ya da tehlikeden alıkoyacak akıldan daha faziletli bir şey (bir rehber) bulamamıştır." (Müfredat, s: 511)

Yine aklını doğru yönde kullanan ile kullanmayan arasındaki farkı şöyle açıklamıştır: "Akıllı insan, nefsini kontrol altına alıp ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan kimsedir. Aciz (tembel ve ahmak) insan da nefsinin hevasına (istek ve arzularına) uyup ta Allah'tan (olmayacak şeyleri) temenni eden kimsedir." (İbni Mace, Zühd: 31)

Aklı olmayan veya olduğu halde doğru çalışmayan insanın hiçbir değeri yoktur. İslam'a göre, ancak akıllı insanlar Allah'ın tekliflerine yani emir ve yasaklarına karşı muhataptır. Çocuklar ve deliler İslam'ın hükümlerinden sorumlu değildir. Zira Allah'ın teklifleri ancak akılla idrak edilir. İslam akıllı mahlûklara (insanlara ve cinlere) hitap ediyor ve onlara akıllarını kullanmalarını emrediyor. 

Ancak İslam akla bu kadar önem verdiği halde, hiçbir zaman onu son karar mercii, bilginin son hakemi yapmamıştır. İslami hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar, ama onların sebep ve hikmetini, niçin  ve neden emredildiklerini tam idrak edemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak faydayı akıl bilemez. 

Sahibini şirkten, inkârdan kurtarıp yüce mabuduna bağlayıp hidayet yoluna iletmeyen akıl, iyi bir rehberlik yapmış değildir. Ölümden sonraki hayata dair tehlikelerden sakındırmayan, cehennem azabından kurtaramayan akıl, iyi çalışan bir akıl değildir.

Akla nakil, yani Kur'an ve Sünnet yön verirse, hakikat yolunu bulur, isabetli karar alabilir ve sahibini aydınlığa çıkarır. Bu iki esastan yani Kur'an ve Sünnetten ayrıldığı zaman hedeften sapmış, yolunu şaşırmış, sahibini dalalete ve sonu belirsiz karanlıklara götürmüştür.

İslam, aklı putlaştıran, onu son hakem, karar mercii sayan bütün pozitivist düşünceleri ve felsefeleri reddeder. Zira insan kuldur, kulluğun haddini bilmeli, yüce yaratıcıya ait olan işlere uzanmamalıdır. Kendisini en güzel şekilde yarattığı gibi, maddi ve manevi ihtiyaçlarını, dert ıstıraplarını da en iyi bilen O'dur: "Düşünüp aklını kullanan bir topluluk için elbette açık deliller vardır." (Bakara: 164)

Sonuç olarak aklını mabudlaştırıp nefsinin hava ve hevesine uyan insan, muvazeneden çıkar, doğru yoldan sapar. Kur'an-ı Kerimin ifadesiyle; öylelerini peygamber dahi doğru yola getiremez: "Nefsinin heva ve hevesine uyup kötü duygularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? (Ey Resulüm!) şimdi sen mi ona vekil olup kurtaracaksın?" (Furkan: 43)

Mevla hidayet verdikten sonra şaşırıp sapıklığa düşürenlerden, Deistlerden eylemesin! Âmin.