• DOLAR 34.543
  • EURO 36.485
  • ALTIN 2877.961
  • ...

Kur'an-ı Kerim, müminler için en çok kullandığı vasıflardan biri de kusurları bağışlayan olmalarını söyler. Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellemden gelen onlarca hadisi şerifler, bunu müminler için bir ahlak ilkesi olarak değerlendirir ve Allah'ın affedenleri sevdiğini haber verir.

İslam'a göre bir kötülüğün cezası onun misli ile karşılıktır. Fazlasına kaçmak caiz değildir. Ancak hak sahibi bu hakkını bağışlarsa o zaman bu bir fazilet olur. İslam müminler arasında zulmü men ettiği gibi, intikam peşine düşmeyi de hoş görmez. Haksızlığa uğrayan, -karşıdakinin ıslah olma şartıyla- hakkını kullanmadan sabreder ve bağışlarsa bu onun için daha hayırlıdır.

Kur'an'da olgun müminlerin bir özelliği de Muhsin yani sürekli iyilik eden ve güzel davranan kimseler olmasıdır; Af ahlakı da bunun bir parçasıdır. Müminler bu güzel ahlakı ilke haline getirilirse bir de bakarsınız ki, düşmanlıklar dostluğa; kargaşalar, kavgalar, barışa hoşgörüye ve kardeşliğe dönüşmüştür.

Beşer olarak bir hata işlediğimizde, bir an evvel affımızı ve bu konuda anlayış gösterilmesini arzu eder dururuz. O halde kendimize gösterdiğimiz bu anlayışı, diğer insanlara da göstermek durumundayız. Zira mümin, kendisi için istediği bir şeyi, başka mümin kardeşi için de istemediği müddetçe gerçek bir mümin olamaz.

Şu halde olgun mümin, muhatabına şefkat ve merhametinin bir özelliği olmak üzere şahsına yapılan haksızlıkları, hakaretleri, eziyet ve mihnetleri, eline fırsat geçtiği zaman intikam almaya  kalkmadan affetmeli, seviyesiz ve cahilce yapılan haksız itham, zulüm, cefaya karşı müsamahakâr bir ruhla muamelede bulunmalıdır.

Bütün bu nahoş tavır ve fiilleri işleyerek suçlu duruma düşen bir kimse, mümin kardeşi tarafından mutlaka cezalandırılmayı beklerken hiç ummadığı bir anda afla karşılaştığı zaman onun ruh dünyasında adeta bir inkılâb meydana getirir. Böylece muhatap, en büyük düşman iken, birdenbire en samimi bağlısı ve yardımcısı olmaya dönüşüverir.

O halde, Müslümanlar nefsi kin ve düşmanlıkları, grupçu görüş ve ayrılıkları bir tarafa itip muhatabımızı işlediği suçlardan dolayı affetmesini bilmeliyiz. Zira Allah (cc), muttaki müminlerden öfkelerini yutmasını ve affedici olmalarını istiyor. Muhataplarımıza düşmanca tavır takınmamalı, onlara güzel söz söylemeli, yumuşak üslupla hakkı tebliğ etmeliyiz.

Ancak mazlumun hakkını savunurken haksızların zulümlerini bırakmalarına vesile olacak yolları bulmaya çalışmalıyız. Onları bulaştıkları kötülüklerden kurtarmak için çalışırken de hep onların hidayetini istediğimizi ima etmeliyiz. Kişilere değil; kötülüklere düşman olmalı, günahkârı değil, günahı çirkin göstermeliyiz. Kişiye nefis müdafaası yaptıracak kötü sözlerden ve muhatabın şahsiyetini rencide edecek tavırlardan süratle kaçınmalıyız.

Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellemin, Hayber Günü Hz. Ali'ye söylediği gibi, bir Müslüman için onun vasıtasıyla tek bir kişiye Allah'ın hidayet vermesi; kızıl deve sürülerine sahip olmasından ve bir vesile ile ifade buyurdukları gibi, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. (Buhari ve Müslim)

Bir seferden dönerlerken Hakem bin Keysan adında azılı bir müşrik Müslümanlara esir düşmüş ve Resulullaha getirilmişti. Resulullah sallellahu aleyhı vesellem ona İslam'ı teklif etti, fakat o kabul etmedi. Resulullah uzun bir müddet teklifini tekrarladı. O kadar ki Hz. Ömer dayanamadı ve "Ya Resulellah, ne diye onunla uğraşıp duruyorsun? Bırak da boynunu vurayım da canını cehenneme yollayayım" dedi. Fakat Hz. Peygamber ona bakmadı ve dâvetine devam etti. Nihayet Hakem Müslüman olunca Resulullah, oradakilere: "eğer biraz önce size uysaydım onu öldürecektim ve adam cehennemlik olacaktı!" buyurdular.  (Buhari)