Davetçi açısından affetme ve müsamahanın önemi
Muhatabına şefkat ve merhametinin bir özelliği olmak üzere davetçi, şahsına yöneltilen hücum ve hakaretleri, eziyet ve mihnetleri, eline fırsat geçtiği zaman intikam almaya kalkmadan affetmesi davasının büyüklüğünü gösterir. O, bu misyonun gereği olarak seviyesiz ve cahilce yapılan itiraz, itham, zulüm, cefa, talep ve isteklere karşı müsamahakâr bir ruhla muamele etmek durumundadır.
Bütün nahoş tavır ve fiilleri işleyerek suçlu duruma düşen bir kimse, davetçi tarafından mutlaka cezalandırılmayı beklerken hiç ummadığı bir şekilde afla karşılaşıverdiği zaman bu muamele onda psikolojik bir devrim yapar. Âdeta bir ruh inkılâbı meydana getirir ve muhatap, davetçiye en büyük düşman iken, birdenbire davetçinin en samimi bağlısı ve yardımcısı duruma gelebilir.
Şu halde günümüz davetçileri, Resulüllah sallellahu aleyhi vesellemin yolundan giderek nefsi kin ve düşmanlıklarını, grupçu görüş ve ayrılıklarını bir tarafa bırakarak muhatabını, şayet varsa işlediği suçlarından dolayı affetmesini bilmelidir. Allah (cc), muttaki müminlerden öfkelerini yutmalarını ve affedici olmalarını istiyor.
O halde muhataplarımıza düşmanca tavır takınarak değil, onlara güzel söz söylemeli, yumuşak üslûpla hakkı, hakikati tebliğ etmeliyiz. Zalimlere kızarken, onların zulümlerini bırakmalarına vesile olacak yolları bulmaya çalışıp bu kötülükten kurtarmaları için onların hidayetini kurtuluşunu istediğimizi belli etmeliyiz.
Kişilere değil; kötülüklere düşman olmalı, günahkârdan daha çok, günahı kınamalı günahı kötülemeliyiz. Kişiye nefis müdafaası yaptıracak kötü sözlerden ve muhatabın şahsiyetini rencide edecek tavır ve davranışlardan kesinlikle kaçınmalıyız. Muhatabımızın en son yıkacağımız putu, nefis putu olmalıdır.
Bütün bu metotların hassasiyet ve titizlikle uygulanması, tamamıyla adam kazanma ve kazanılan adamı kaybetmeme gayretinden ileri gelmektedir. İslâm'ın insana verdiği değeri bilmeyen yoktur. Allah'u Teâla'nın, diğer mahlûkatı emir ve hizmetine verdiği insanoğlunun hidayeti için çalışmak, davetçinin vazifesidir ve bu uğurda yaptığı çalışmalar vesilesiyle Allah'ın tek bir kişiye hidayet nasip edivermesi, davetçi için çok en büyük değer ifade eder.
Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellemin Hayber Günü Hz. Ali'ye buyurduğu gibi, bir Müslüman için onun vasıtasıyla tek bir kişiye Allah'ın hidayet vermesi; kızıl cins deve sürülerine sahip olmaktan ve üzerine güneşin doğup battığı dünyadan, her şeyden daha kıymetli ve daha hayırlıdır. (Buhari, Cihad: 102)
İşte bu ölçü göz önünde bulundurduğumuz zaman Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellemin, her karşılaştığı insanın iman etmesini sağlamak için her meşru çare ve her metoda başvurarak fevkalâde gayret sarf etmesindeki hikmet, gayesini daha rahat anlamış oluruz.
Nitekim azılı bir müşrik olan Hakem b. Keysan Müslümanlarca esir edilmiş ve Hz. Peygamber sallellahu aleyhi veselleme getirilmişti. Hz. Peygamber, ona İslam'ı arz etti, fakat Hakem kabul etmedi. Resulüllah onu yine dâvet etti ve uzun müddet teklifini tekrarladı. Resulüllah'ın bu ısrarı O kadar sürdü ki Hz. Ömer dayanamadı ve "Ya Resulellah! Ne diye bununla o kadar uğraşıp yoruluyorsun, bırak kafasını vurayım da canını cehenneme yollayayım" dedi. Fakat Hz. Peygamber buna kulak asmadı ve Hakem'i İslâm'a dâvet etmeye devam etti.
Nihayet hakem Müslüman olunca Resulullah sallellahu aleyhi vesellem, ashabına döndü ve şöyle buyurdu: "biraz önce size uymuş olsaydım onu öldürecektim ve o cehennemlik olacaktı!" Hz. Ömer'in ifadesiyle bundan sonra Hakem, ihlaslı bir Müslüman olmuş ve Allah yolunda cihada katılmıştır."