Müminlerin Allah ile kesin sözleşme ahdi
Kur'an'da "Ahd" kelimesi, kesin söz anlamında olan "misak" şeklinde de geçmektedir. Ancak "Ahd" kelimesi 46 yerde, benzer anlama gelen "misak" ise 25 yerde geçmektedir. Demek ki Ahd kelimesi hem yemin hem kesin söz verme anlamında da kullanılır.
Yemin, ahdin dini ve kutsi yönünü; kesin söz verme "misak" ise ahlaki yönünü teşkil eder. Ahd ile yemin arasındaki fark, Yemini bozmakta kefaret gerekir; sözü bozmada ise kefaret gerekmez. Yani Ahdi bozmanın günahı kefaretle ortadan kalkmaz.
Allah (cc), Âdem aleyhisselamı insanlığın atası ve temsilcisi olarak yarattığı zaman gerek onun şahsında ve gerekse kıyamete kadar onun soyundan gelecek tüm insanlardan; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye Ahd (kesin söz) almıştır:
"Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (sen bizim Rabbimizsin deyip buna) şahit olduk, dediler." (A'raf: 172)
Demek ki, İnsanoğlu, Allah'tan başka bir Rab tanımayacağına dair henüz dünyaya gelmeden (kalu bela gününde) Allah'a ahid vermiş, Allah (cc), bu konuda kendilerinden kesin söz almıştır. Yani yalnız Allah'a ibadet edeceklerine ve ondan başka hiçbir mabuda tapmayacaklarına dair tüm insanlar ile Rableri arasında bir muahede bir sözleşme yapılmıştır.
Dünyada bunun gereğini yerine getiren müminler, her namazda, namazın her rekâtında "iyyake na'budu ve iyyake nestain=yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz" derken bu ahdi yenilemiş olmakta ve verdiği ahitlerine bağlı olduklarını ifade etmektedirler.
İnsanın ruhu bunu ogün tasdik ettiği ve inandığı için bu inanç, bir ihtiyaç olarak daima onun fıtratında mevcuttur. Ancak bazen insan gaflete düşer, yolunu şaşırabilir. O zaman Allah (cc), gönderdiği peygamberler aracılığıyla bu misaka çağırır. İşte bu çağrıya uyanlar, ahdini yeniden tazelemiş olurlar. Buna uymayıp günah ve isyan üzerinde ısrar edenler ise kendini helake sürüklemiş olur.
Şu hâlde, Ahitleşme ezeli bir metottur. Allah (cc), peygamberleri ile onlara uyanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama ve gerek bunları muhafaza etme konusunda ahid almıştır. Bu Ahdin konusu, hem Allah'ın insanlara teklif ettiği hükümler hem de insanların Allah'a karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlardır.
Kur'an-ı Kerim, "Allah'ın ahdini (O'na verdiğiniz sözü) yerine getiriniz" (En'am, 152) buyuruyor. Âlimlerimiz buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahitleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a verdiğiniz ahitleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her türlü taahhütlerinizi yerine getiriniz.
Buna göre insanların Ahitlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükmünü hâkim kılmaları gerekir. Ancak fasıklar ahitlerini bozarak Allah ile ahitlerini, sözleşmelerini iptal etmişlerdir. Oysa Allah (cc), kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini vadetmektedir:
"Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o Ahd ile Allah'a bağlılık sözünü vermektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) ahdini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir." (Fetih, 10)
Kur'an'a göre insanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çemberine girmiş olmaktadırlar. Oysa Allah (cc), bütün insanlardan "Ahd-ü misak" aldığını ifade buyurmaktadır: "Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahitleşmedim mi? Şeytana tapmayın, zira o, sizin apaçık düşmanınızdır, diye." (Yasin, 60)
İslam Ahde vefa konusunda son derece titiz davranır. İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yegâne garanti vasıtası ahde vefadır. Bu güven olmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün değildir. Allah (cc), öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz, işlerini yoluna koymaz ve durumlarını düzeltmez.