• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

1980’li yıllarda camilerde okutulacak hutbeler hep hazır olarak diyanetten gelirdi, işin aslı ise Kenan Evren'in özel danışmanlarınca hazırlanıp Diyanete teslim edilir ve oradan da müftülere ve imamlara dağıtılırdı. Hatta bazı hutbeler imza karşılığında imamlara teslim edilirdi. Bu hutbeleri okumadığı tespit edilen imamlar, mutlaka bir idari soruşturma geçirirdi.

Hatırlıyorum merkezi camilerden birinde görevli bir imam efendi, Latin yazısıyla okuması zayıf olduğu için, hutbelerini Osmanlıca yazılı matbu bir kitaptan okurdu. Ondan da ezberlediği bir konu vardı. Eğer camide bir devlet adamının olduğunu hissederse konusu belliydi: "dinimizde çevre temizliğinin önemi" Çünkü kendince en zararsız gördüğü konu oydu.

Hatta bir defasında yine devlet büyüklerinden biri hazır bulunmuşken İmam Efendinin konusu zaten belli, namazdan sonra amir (İl Müftüsü) ilçe müftüsüne soruyor: Müftü Bey bu imam hep aynı konuyu mu okuyor; yani çevre temizliğinden başka bir şey bilmiyor mu? Geçenlerde geldiğimizde de yine aynı konuyu okumuştu.

Müftü Efendi şöyle cevap verir: Hocam yaşlı imamımız devlet büyüklerinden biraz çekiniyor. Birkaç kere dili yanmış da... Sizler gibi bir devlet büyüğünü görünce kendince en zararsız sandığı ve dilinin rahat döndüğü konuyu yani "dinimizde çevre temizliğinin önemi" konusunu okuyor.

Evet, biz böyle günleri de gördük, yaşadık ve geride bıraktık. İmam Efendi çok haksız da değildi. Çünkü devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dine balans ayarı yapıyordu. Yani Diyanet teşkilatına zorla dayatma ile dinle alakası olmayan işler yaptırıldı. İş başında olan yöneticilerin işlediği her işe meşruiyet kazandırmak için din kullanıldı. Din devlet işine karışmasın diyorlardı, ama kendileri istedikleri zaman dine karışıyorlardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında veya zaman zaman askeri darbelerle yinelenen bu zihniyet, şimdi yine aynı rüyaları görmeye başlamıştır. O dönemlerde hep dini, dindarı hakir ve basit görme, Müslüman giyimli kimseleri gerici, üfürükçü ve yobaz olarak gösterme gibi yaftalarla aşağılama yöntemleri unutulmadı ve hala zihinlerde canlılığını korumaktadır.

Nice mabetlerin kapısına kilit vuruldu veya hana, ahıra çevrildi. Nice âlim, meşayıh, kanaat önderinin canına kıyıldı, idam edildiler, tehcir edildiler. Dinin eğitim ve öğrenim merkezleri olan medrese, tekke, zaviye ve türbeler tümüyle kapatılarak Kur’an dersi vermek bile yasaklandı. Bütün bu şartlara rağmen hala Kur’an dersini veren biri tespit edilirse ikinci gün istiklal Mahkemelerinde ancak nefes alırdı.

İşte o kâbuslu dönemin arzusunda olan bazı odaklar, yine o günleri geri getirmek için habire buraya oraya vuruyor, şu âlime şu vaize, imama ve tarikatçıya çatıyor, saldırmaya çalışıyorlar. Hatta Diyanet İşleri Başkanı'nı dahi siyaset yapmakla suçlamaya kalkışıyorlar. Bunların din anlayışı laikliğin yanında ona hizmetçi olacak şekilde olmalıdır. Öyle bir din de yoktur.

Şimdi sözü şuraya getirmek istiyorum. Geçenlerde Halil Konakçı adında bir hoca efendi, çarşı pazarda vücut etlerini göstererek dolaşan kadınlarla ilgili, kasaptaki et benzetmesini yapmıştı. Bundan son derece rahatsız olan malum çevrenin yanında İslami kesimde de epeyce tartışma konusu olmuştu. Malum çevrenin argümanları belli, kadın haklarına saldırı...

İslami kesime gelince hocayı savunanlar olduğu gibi üslup ve ölçüyü kaçırma olarak değerlendirenler de vardır. Ben Halil Konakçı diye birini tanımıyorum, sosyal medyada da muhabbetim yoktur. Ancak kullandığı üslup bir âlimin diline yakışmasa da vurguladığı nokta önemlidir, gerçektir. Hoca toplumun önemli bir yarasına parmak basmıştır. Bundan rahatsız olanlar belli... Sen elin koyununu göz göre göre yürüteceksin de kimsenin senin tavuğuna kış demesine tahammül etmeyeceksin.

Kimse kusura bakmasın, bu memleket Müslüman memlekettir. İstiklal savaşında canını verenler bu memlekette İngiliz, Fransız kanunları uygulansın diye vermemiştir. Eğer bu halk Müslümansa İslam, insanların tüm hayatını kuşatan evrensel bir sistemdir. Bu sisteme göre herkes Allah'ın kuludur. İnsanlar Allah'a kulluk görevlerini peygamberlerden ve âlimlerden öğrenirler. Hiçbir otorite dinin öngörmediği bir görevi âlimlere biçemez. Din parçacı olmaz, birilerinin keyfine göre de yorumlanmaz. İslam'da helal belli haram bellidir. Hiç kimse Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal, helal kıldığı bir şeyi haram yapamaz. Vesselam.