• DOLAR 34.578
  • EURO 36.367
  • ALTIN 2913.8
  • ...

İslam vasat dini olduğu için ifrat ve tefritten uzak servet yığmayı tasvip etmediği gibi mağdur fakir kalmayı da uygun görmez. Fertlerinin hepsi oturan, hepsi fakir, cahil, hasta bir ümmetin halini asla tasvip etmez. Eğer her insan sadece geçineceği asgarî rızkı için çalışırsa, İslami otorite, Allah yolunda harcayacağı fazlalığı nereden bulacak? Kur'an'da emredilen düşmanları korkutacak güç hazırlığı, dünya bilimleri, maddî hazırlık ve birikim olmadan nasıl oluşacak?

Bilmemiz gerekir ki, İslam maddi kalkınmaya, üretime ve çalışmaya engel değildir. Hakiki mü'min, çalıştığı alanda en güzel şekilde üretim yapar. Sonra da kendisi için hoş şeylerden ihtiyacı kadar kullanır. Geri kalanı ise, Allah yolunda infak eder, akrabaya, yetime, yoksula, yolda kalmışa harcar ve hayırlı yerlere yardım eder.

İşte böylece toplumun bireyleri arasında sosyal güven, yardımlaşma, dayanışma ve irtibat sağlanır. Toplumdaki bireylerin yaşam seviyeleri birbirine yakın olur. Aşırı zengin ve açlık noktasında fakir bulunmaz. İslam devleti de zekât ve infak gibi gelirlerden artırdıklarını İslam davasının yayılmasında ve düşmanları ürkütecek bir güç hazırlığında kullanır.

Dünyanın ahiretten koparılması ve her ikisinin zıt köşelere konulması, bunlardan birine yönelmenin öbüründen kopmayı gerektirmesi, ibadetin dar kalıplara sıkıştırılıp insanın bütün faaliyetlerini kapsayan anlamının ihmal edilmesi, dünyaya meyletme aşırılığı gibi yanlışlar, İslam'ın asla kabul etmediği ve ruhuna aykırı sapmalardır.

Bugün bazı Müslümanların Allah'ın farz kıldığı ibadetlerden sadece bir bölümünü alıp o konularda ısrar etmeleri; ama dünya hayatıyla alakalı kabul edilip terk edilmesinde Allah'a yakınlık vardır diye başka bir bölümünün ihmal edilmesinin acılarını bütün bir ümmet olarak hep birlikte çekmekteyiz.

Bu yanlış, başka bir yanlışı doğurmuş, paraya, mala taparcasına bağlanan, aşırı lüks ve israf içinde boğulurcasına hayat süren, aç komşularını görmezden gelen dünyevileşmiş insanlar, giderek çoğalmaya başlamıştır. Lüks ve israf hayata kaim olunca yıkım, gerileme ve yozlaşma da beraberinde içimize sızmıştır.

Neredeyse Müslüman fert, İslami yaşam haklarına her türlü darbe vurulurken, dinleri tehlikeye düştüğü halde, işiyle gücüyle, dünya varlığıyla meşguldür. Parasına, servetine gelecek tehlikelere karşı takındığı tavrı, dinine yapılan saldırılara karşı göstermez. Rahat yaşam, barış, özgürlük, demokrasi gibi fısıltılarla uykuya dalar, uyarıcı seslere kulak vermez olmuştur.  

İslam'da mistisizm yoktur, çünkü mistisizm, dünyanın imarından ve halifelik görevinden uzaklaşmayı sonuçlandıran yönüyle insanın maddi ve duygu yönünü çökertiyor. İsraf ve lüks tüketime dayanan bir yaşam da insanın ruhi ve manevi yönünü mahvediyor. İslam, hiçbir konuda aşırılığa müsaade etmez. Dünyaya tutkunluğu istemediği gibi, dünyadan el etek çekmiş inzivayı da kabul etmez.

Uzun bir süre emperyalizmin fikir babaları, geri kalmış milletleri, kalkınamamış olmalarının sebebini İslam olduğu görüşünü kabul ettirmeye çalıştı. Müslümanlar da kurtuluşu batı uygarlığında, tüketim toplumu olmada aramaya başladı. Başta, haram-helâl anlayışı, değerler, imani ve ahlaki ilkeler önemsiz görülmeye başlandı. İslam'ın tüm bağlarından koparak ahireti hesaba katmayan bir dünyevileşme ile uygarlaşmaya çalıştılar.

Neticede maddî gücün ve kalkınmanın batılılara göre çok azına sahip oldukları halde batılılardan daha fazla lükse ihtiyaç fazlası tüketime boğuldular. Evler, döşemeler, lüks oturma grupları, arabalar, mutfaklarda teknolojik aygıtlar, ürettiğinden çok fazlasını tüketme anlayışı, zevk eseri giyimler, bin bir çeşit kumarlar, spor ve müzik bağımlılıkları, özgürlük kavramının içine konulan kadınların açılıp saçılması, modaya uyma, eğlenceler, fesatlar...

Sonuç olarak bütün bunlar karşısında Müslümanların kendine gelmeleri lazım! Aslında Müslümanların beşeriyete sunabileceği çok şey vardır. Dünyanın imarı için gerekli imkânları diledikleri yerden alabildiği gibi, İslami ölçülere bağlılık şartıyla gerçek bir medeniyet geliştirmek için de onları kullanabilirler. Bilimi, maddi kalkınma için teknolojik gelişmeyi alabilir, ama onları nerede, nasıl ve kime karşı kullanacağını bilmek belirlemek şartıyla...