Dünya-Ahiret bütünlüğünü bozanların cezası
Tevhid dini, insanın maddi dünyasıyla manevi dünyasını birleştirdiği gibi; dünya ile ahiret yollarını da birleştirir. Bunlar niçin iki ayrı yol olsun ki? Biri, bir ilahın, öbürü başka bir ilâhın mı? Dünyaya hâkim olan ilah, kıyamet günü insanları hesaba çekip cezalandıracak veya ödüllendirecek ilah değil mi? Allah, sadece göklerin ilahı mı?
Yeryüzünü ve tabiat olaylarını yöneten, yönlendiren başka ilah mı var ki, dünya ile âhiret birbirini ilgilendirmeyen kopuk parçalar olsun. Ahiret hayatının ölçüsü, dünya hayatının terazisinden değişik midir ki, bir iş dünya ölçüleriyle güzel, âhiret hesabına göre çirkin olsun. Hâlbuki dünyada güzel işlerin ahiretteki karşılığı daha güzel, dünyada kötü işlerin de ahiretteki karşılığı cezadır:
"Güzel iş yapanlara daha güzel mükâfat (cennet), bir de fazlası vardır... Kötü iş yapanlara gelince, kötülüğün cezası kötülükleri kadardır. Onları bir de zillet kaplayacaktır..." (Yunus, 26-27)
"Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun karşılığını görecek; kim de zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görecektir." (Zilzal, 7-8)
Şu halde dünya ve ahiret farklı yollar değil, yolun başının ve sonunun adlarından ibarettir. Dünya ile ahiret hayatının yolu birdir; başı dünyada, sonu ahirettedir. Bu yol iki şeritlidir; bölümlerden birini iyi amel sahipleri tutuyor ki ve onları cennete götürür. Diğerini de kötüler tutuyor ve onları azaba, cehenneme götürür:
"İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz. O, insanlardan bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmı da sapıklığı hak etti. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı." (Araf, 29-30)
Bu insanlar doğru yolu istemedikleri veyahut doğru yol diye kendi kendilerine yapay bir şey oluşturdukları için Allah da onları kendi hallerine bırakmıştır. Bunlar sapık yolda gittikleri halde kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Asıl yanlışlıkları da buradan ileri gelmektedir.
Bazı insanlar zühdü yanlış anlıyor, rahipler misali mistik bir hayata yönelip sadece namaz, oruç ve zikirle yetinerek itidalden sapıyorlar. Tıpkı rahipler gibi: "Bizler sadece ahiret için çalışırız, dünya işlerine bizim ihtiyacımız yoktur, çünkü dünyevi işler şeytanın ağına düşüren fitnelerdir... Dünya bir leştir, onun talibi de köpeklerdir." şeklindeki hurafelerle İslam'ın özünden kopuyor, uzaklaşıyorlar. Bu şekilde dünya-âhiret itidalını kaybediyorlar.
Peki, Müslümanlar bu şekilde yer yüzü sahnesinden çekilirse ne olacak? Yer yüzü halifeliği gibi kutsal bir görevi ihmal ederlerse, rızık peşinde koşmaktan tamamen kopmuş olurlar. Tıp, astronomi, matematik, mühendislik, fizik, kimya gibi bilimleri, "fâni dünya ile ilgilidir, bunlar dünya hayatının süsüdür diye maddi kalkınmayı terk ederlerse, işte sonuç o zaman vahim olacak!
Bâtılla savaşı, tâğutlara karşı tavır almayı, zulüm ve fesada engel olmayı bırakırlarsa... Sonuç mu? İslam dünyasının başına gelen fakirlik, cehalet, hastalıklar, güçsüzlük, maddî alanların tümünde geri kalmışlık ve bunların yanında küfrün egemenliği, zulüm ve sömürü...
Oysa Müslümanlar dünya hayatında yaşarlarken düşünce ve fikirleri ahirete bağlı olmalıdır. Ahireti görüyor, önlerinde duruyormuş gibi yaşamaları gerekir. Çünkü "ahirete yakinen iman" bu demektir. Kur'an'ın yeniden diriliş, hesap ve ceza üzerindeki yoğun tekrarı ve vurgusu, kıyamet sahnelerini canlı ve çekici bir üslûpla sunuşu, bunun içindir.
Evet, Müslümanların duygularında dünya ve âhiret birleşik, tek bir parça ve bir hesaptır, iki ayrı hesap yoktur. Bu hesabı bozan ya da karıştıranlar doğru yoldan sapanlardır. Bunun cezası ise, bu dünyada zillet içinde yaşamak, ahirette de elim bir azaba itilmektir.