• DOLAR 34.578
  • EURO 36.367
  • ALTIN 2913.8
  • ...

Doğuştan var olan duygular ve eğilimler, gaybi gerçeklerin habercileridir. İnsan, en karmaşık gerçekleri bile doğasındaki duygular ve eğilimler sayesinde algılama imkânını bulur. İşte ölüm olayının da temelinde inkâr edilemez bazı gerçekler vardır ki bunlar insanı daima meşgul etmiştir.

Ölüm denince hemen herkes kendi içinde gizli bir huzursuzluk yaşar. Ancak hiçbir insan ölümü, tamamen yok olup gitmek gibi bir sonuç olarak düşünmez ve düşünemez; Hatta böyle düşünmeyi bile beceremez. Çünkü ölüm denince iki önemli nokta söz konusu olur. Bunlardan biri, "Yokluk" kavramıdır. Diğeri ise, yokluğun asla tasavvur bile edilemeyeceği gerçeğidir.

Bu noktada, insandaki bütün duygu ve eğilimlerin mutlak surette gerçek olan şeylerle ilintili bulunduklarını unutmamak gerekir. Kurgu, temel gerçekleri duyumsama açısından düşüntü değildir. Yani bir şey eğer gerçekte varsa, insan onu düşünür, ya da düşünebilir. Aksine mutlak yokluğu düşünmek mümkün değildir.

Onun için "Yokluk" kavramı, "Var" olabilecek şeylerin, henüz bulunmuyor olmaları ilgisiyle kullanılır. İşte bu nedenledir ki insan, ölüm sonrası bir hayatı düşünebilmektedir, hatta düşünmek zorundadır. Bunu düşünmek istemeyen insanlar sürekli bir huzursuzluk yaşamaya mahkûmdurlar. Çünkü ruhu bunu düşünmek ister, o ise bunu aklından çıkarmaya çalışırken hayatı büsbütün zehir olur.

İnsanın, ölüm denince geçici olarak içsel bir huzursuzluk duyması aslında ölümden sonra yeniden yaşanacak olan gerçeklerin bir çağrışımıdır. Çünkü insanın düşünme mekanizmasında gerçekleri rahatça duyumsayabilen kabiliyetler vardır. Nitekim bu gerçeklerden biri de ölüm sonrası ebedî hayattır. İşte insan, bu hakikati sahip olduğu doğal bir eğilim sayesinde duyumsar.

Ahiret hayatı dünya hayatından tamamen farklı olduğu için birçok hakikati aklen çözmek imkânsızdır. Mesela cennet ve cehenneme ilişkin bazı tasvirlerin dışında âhiret hayatının nasıl olduğu Kur'an-ı Kerim'de çok ayrıntılı olarak açıklanmamaktadır. Ahiretten Kur'an'da 112 kez söz edilmiş olmasına rağmen onun böyle yarı kapalı tutulmuş bulunması, belki de dünyada sahip olduğumuz sınırlı duyu ve duygularla oraya ait olağanüstü şeyleri tam anlamıyla kavrayamayacağımızdandır.

Örneğin cennetin tasviri yapılırken süt, şarap ve süzme bal ırmaklarından söz edilmektedir. Dünyada da süt, şarap ve süzme bal vardır. Ancak bunların ırmak şeklinde akması dünyadaki kaynaklar ve şartlar bakımından imkânsızdır. Keza cehennemde cezalandırılan inkârcılardan söz edilirken "...derileri piştikçe (yanıp dökülen cildin yerine)  onlara başka deriler vereceğiz." denilmektedir.

Demek ki, buna rağmen cehennemdeki insan ölmeyecektir. Hâlbuki dünyada derisi soyulup dökülecek kadar yanan insanın yaşaması imkânsızdır. İşte bu nedenle, dünyadaki sınırlı akıl ve duyularımızla pek kavrayamayacağımız, bu örneklere benzer ahiretin olağanüstü gerçeklerinden Allah'u Teâlâ ancak gaybın ipuçları olarak bu sembolik bilgileri vermiştir.

Bakara Suresi'nin 1-4 ayetlerinde: Gayba inanan, namaz kılan, Allah'ın verdiği mal ve serveti onun hoşnutluğu uğrunda harcayan, (Hz. Muhammed'e ve ondan önceki peygamberlere indirilen) vahye ve ahirete inanan kimselerden söz edilmekte ve Kur'an-ı Kerim'in bunlar için yol gösterici olduğu ifade edilmektedir. Bundan çıkarılacak sonuç şudur:

Bu sayılan beş şey arasında güçlü bir ilgi vardır. Bunlardan Allah ve melek gibi gaybi gerçeklere ve Allah elçilerine inen kitaplara inanmak, aynen ahirete inanmak gibi zaten imanın rükünlerindendir. Namaz kılmak ve zekât vermek de İslam'ın şartlarındandır. Dolayısıyla bunların hepsi imanın bütünlüğü içinde birer temel unsurdur.

Allah ve melek gibi gaybi gerçeklere inanan insanın, ahirete inanmaması düşünülemez. Keza namaz kılan ve zekât veren insanın da mutlaka ahirete imanı vardır. İşte âhiret bu güçlü ilgi sebebiyle imanın diğer unsurları yanında ve onları tamamlayıcı olarak ayeti kerimede yerini almıştır.