• DOLAR 34.644
  • EURO 36.497
  • ALTIN 2929.294
  • ...

İslam’a göre cihad, kelimetullah’ın en yüce olması için fert ve toplum olarak fiili, kavli, siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik alanlarda yürütülen faaliyetlerin ve girişimlerin adıdır. Cihad emrini veren, farz kılan Allah, onun uygulama şeklini ve stratejisini de kendisi belirlemiştir.

Cihadı saldırı veya savunma şeklinde nitelemek doğru değildir. Çünkü bu iki kelime de cihad ruhunu öldürmek için İslam düşmanları oryantalistler tarafından ithal edilmiştir. Bu iki kavramın anlamı cihadın anlamına zıttır. Cihad, saldırı demek değil, savunmadan da ibaret değildir.

Saldırı; başkasının haberi olmadan gafil bir şekilde onun üzerine yürümektir; bir toplumun haksız yere bir başka topluma saldırmasıdır. Uluslararası veya evrensel hukuk ilkelerine göre saldırı, böyle tarif edilmektedir. Bu ise, İslam’ın yasak kıldığı bir şeydir. İnsanlara tebliğ yapılmadan habersiz olduğu bir anda gafil yakalamak İslami bir yaklaşım değildir.

Savunma ise; bir devletin kendisine saldıracak olanlara karşı kendini savunmasıyla sınırlıdır. Herhangi bir devlet ona saldırmaz ve sınırlarına saygılı olursa bu devlet onun en yakın dostu olabilir. Bunun ötesinde o devletin kâfir veya mümin olması veya kendi milli sınırları dışındaki Müslümanlara zulmetmesi onları ilgilendirmez.

Oryantalist bir yaklaşımın ürünü olan bu tabir, İslam’ın cihad yaklaşımına aykırıdır. İslam, Allah’ın insanlar için seçip beğendiği tek dindir. Bütün yeryüzü de Allah’ın mülküdür. Onun dinini bütün yeryüzüne yaymak, tevhit bayrağını yeryüzünün dört bir köşesine dikmek, onun inananlar üzerindeki bir hakkı ve onlara olan kesin emridir.

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir.” (Enfal: 39)

“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşınız. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık, saldırı yoktur.” (Bakara: 193)

Görüldüğü gibi ayeti kerimelerin vurguladığı nokta, yani fiili savaş, fitneyi kaldırmak içindir; dini yaymakta asıl olan tebliğdir. Dini yayma işleminin birinci yolu barışçı yollarla tebliğ faaliyetidir. Zira ihtida için asıl olan tebliğdir. Tebliğ yolu açık olduğu müddetçe fiili müdahale gerekmez. Ama ne zaman ki tebliğ yolu kapanır, iş zorbalığa dökülürse işte o zaman fiili müdahale yolu açılır.

İslami davette insanlardan ilk istenen şey, bir olan Allah›ın uluhiyetine ve Muhammed aleyhisselamın risaletine inanmaktır. İman etmek onlardan istenen ilk şey ise de illa da buna zorlanmazlar. “Dinde zorlama yoktur” ilkesiyle, onlar akidelerini tercih edip ona bağlı kaldıkları müddetçe akidelerinde serbest bırakılırlar. İslam hiç kimseyi akidesini bozmaya zorlamaz:

“Dinde zorlama yoktur. Hak yol, batıl yoldan ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkâr eder ve Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. (Bakara: 256)

Sonuç olarak ayeti kerimelerde açık olarak belirtildiği gibi, İslam’ın cihada ilişkin hükmü gayet açık, net ve ortada iken, bazı Müslüman alim ve yazarların oryantalistlerin etkisinde kalarak, “İslam saldırı dini değil, savunma dinidir” şeklinde onları taklit etmekte ve İslam’ın bu kutsal kavramını hedefinden saptırmaya ve içini boşaltmaya çalışmaktadırlar. 

Aslında Müsteşriklerin cihadın anlamıyla alakalı hata yaptırtmaları ya da yanıltmalarında garipsenecek bir durum yoktur. Onlar zaten kendi görevini yapıyor, gece gündüz durmadan İslam’ın temel dinamiklerini pasifize etmek, değerden düşürmek ve işlevsiz hale getirmek için faaliyet icra ediyorlar.

Asıl tuhaf ve garipsenecek olan durum, müsteşrikleri taklit ederek İslami kavramları onlar gibi algılayıp değerlendiren, onların bakış açısıyla meseleleri yorumlamaya çalışan sözde Müslüman alimlerin durumudur. Cihadın iptidai değil, savunma olduğunu yazan çizen sözde İslamcı yazarların zavallılığı ve aptallığıdır. Allah, fikir ve iz’an versin.