MÜMİNİN BASİRETİ VE BASARI (BAKIŞI)
Basiret ve basar kelimeleri, her ikisi de "basara" kökünden gelir ise de yüklendikleri anlam tamamen farklıdır. Hikmet ehli basireti; feraset, idrak, keskin zekâ, derin ilim, tecrübe, kalp ile görme, uzağı görme ve keskin kavrayış olarak tarif etmişler. Basar yani bakış ise, eşyanın zahirine bakarak eşkalini tarif ve tespit etmektir diye tabir etmişlerdir.
Ragıp El-İsfahani "El-Müfredat" adlı eserinde; "başımızdaki göz bakışına basar, kalp gözü ile eşyayı inceleme işine ise basiret" diyerek meseleyi özetlemiştir. Şeyh Sadi Şirazi, basireti çok ibretli bir hikâye ile açıklıyor:
"Günün birinde Kartal ile Tilki birbirlerine ileriyi görme maharetlerini gösterme yarışına girmişler. Kartal yüksek bir dağın tepesinden ovanın bir noktasında bir buğday tanesini gördüğünü söyler. Bunun üzerine ikisi beraber o noktaya doğru inerler. Kartal söz konusu daneyi tilkiye göstermek için hemen atlayıp daneyi işaret ederken birden tuzağa yakalanır!
Meğerki maksadına ulaşmak için o taneyi oraya avcı bırakmıştır. Tilki, kartel kardeşin acınacak haline bakarak şöyle der: gizlenmiş koca tuzağı görmezken, ufacık bir buğday danesini görmekle övünen göz kör olsun." Ve bunun üzerine şu beytini söyler: "İleriyi görmek, uzaktaki nesneyi görmek değil, görünen cazibenin arkasında gizlenmiş tuzağı keşfedebilmektir."
Evet, basiret; işin iç yüzüne nüfuz etmek, bir şeyin içini-dışını, önünü-arkasını, başını-sonunu, aslını ve hakikatini ilk bakışta fark edebilmek ve sonucunu kestirebilmektir. Bu nedenle ehli hikmet, basireti kalp uyanıklığı; basiretsizliği ise, gaflet olarak tabir etmişlerdir.
Basiret ilahi bir nurdur. Hakkı batıldan, imanı küfürden, iyiyi kötüden ve dostu düşmandan ayırabil-menin nuru, kabiliyeti ve bilincidir. Kalplerinde bu nurdan bir pay alamamış kimseler hakkında, Kur’an-ı Kerim'de şöyle ferman buyrulur:
"Onların kalpleri vardır, ama onunla gerçeği anlamazlar, kulakları vardır, ama onunla hakkı işitmezler, gözleri vardır, ama basiretle bakıp gerçeği görmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar." (Araf: 179)
"(Ey Habibim Muhammed!) De ki, benim yolum budur. Ben ve bana tabi olanlar basiretle insanları Allah'a davet ederiz." (Yusuf: 108) Burada basiret açık delil, kesin bilgi manasında kullanılmıştır.
Demek ki, "basar" ayrı bir şey, "basiret" ayrı bir şeydir. Basar hem insanlarda hem de hayvanlarda vardır. Ama basiret sadece insana mahsustur. Etraftaki eşyayı, uzaktaki bir cismi iyi ve mükemmel bir şekilde rahatça gören gözler keskin görme kabiliyetine sahip olabilirler. Ama eşyanın hakikatini idrak edemezler. Bazen bir kör dahi bunu daha iyi idrak edebilir.
Eşyanın hakikatini idrak edebilmek, gelecekteki tehlikeyi önceden sezebilmek için, kalp gözünün açık olması lazım. Bu hal ancak mümin kişide olur. Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, müminin bu haline" feraset" adını vermiştir: "Müminin ferasetinden korkun, çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar." (Buhari ve Tirmizi)
Bir gün adamın biri Hz. Osman'ın yanına gelir, Hz. Osman ona bakınca, senin gözlerinde zina alameti var, sen mahrem birine bakmışsın, (göz zinası yapmışsın) dedi. Adam peki sen nerden çıkardın bunu. Hz. Osman, “müminin feraseti ile” dedi." (el Camiu liahkamilkur'an 1/24)
Demek ki, insanın kötülüklere, ahlâksız ve rezil işlere bulaşması, onun suretini bozar, alnındaki iman nurunu siler. Mümin bakar bakmaz hemen o yüzün Rahman'a secde edip etmediği veya ne gibi günahlara bulaştığını hemen fark eder. Zira Allah'a secde eden yüzde nur vardır. Fakat bunu ancak mümin görebilir. İşte tahkiki iman, itaat, salih amel ve ihlas mümine bu basireti verir, onu diğer insanlardan farklı kılar.
Sonuç olarak basiretsizlik, kâfir ve fasıkların ayrılmaz bir hasleti, müminin ise öz hassesidir. Basiretli mümin herkesten önce kendi ayıp ve kusurlarını görür ve derhal düzeltmeye çalışır. Bu konuda Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyurur: "Allah bir kulu hakkında iyilik murad ettiği zaman ona kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir." (Müslim)