Tabiat Nedir? Tabiat Yaratıcı Olabilir mi?
"Tabiat, bir varlığın temel ve değişmez özelliğidir," diyorlar. Her şeyin bir tabiatı var, kendi tabiatının gereği olarak ortaya çıkar. Elma, ağacının tabiatı gereği ortaya çıkıyormuş. Kuzu da koyunun tabiatından dolayı kuzu olmuş... Öyle mi?
Fizik kanunlarına göre: Kâinat bir zamanlar gaz hâlindeydi. "Gaz hâli" onun tabiatıydı. Tabiat, değişmez ve temel özellik olduğuna göre, bu hâlin sonsuza kadar devamı gerekmez miydi? Peki, ateş hâline niçin geldi? Dünya bir ateş kütlesiydi. Bu hâl de onun tabiatıydı. Bu özellik ebediyen devam etmeli değil miydi?
Şu hâlde toprak, hava ve su gibi zıt tabiatlar nasıl ortaya çıktı? Toprağın, suyun ve havanın tabiatıyla, bitkinin, hayvanın ve insanın tabiatı aynı mı? Ayrıysa bitkiler, hayvanlar ve insanlar nasıl meydana geldi?
Tabiatüstü mutlak bir kudret kabul edilmedikçe, bütün bu sorular boşlukta asılı kalmaya mahkûmdur. Noksandan mükemmele doğru uzayıp giden varlık zincirini izah etmenin tek yolu, sonsuz ilim ve kudret sahibi Yaratanı tanımaktan geçiyor. Her usta, eserinden daha mükemmeldir. Bina ile mimar örneğini hatırlayalım. Canlıların, cansızlardan daha üstün olduğu da bir gerçek.
Şu hâlde, noksan olan cansızlar, mükemmel canlıları nasıl yaratır? Toprağa düşen tohum, dört varlıkla karşılaşır: Toprak, hava, su ve ısı. Bunların hepsi de olabildiğince cahil, kör, sağır ve âcizdir. Ne tohumu tanırlar ne de kendilerini. Tohum da cahillikte onlardan geri değildir. Oysa o tohumdan fışkıran bitki, akıl gözünü kamaştıracak kadar mükemmel bir eserdir.
Adı geçen dört unsurun sahip olmadığı bir ölçü, şekil, tat, koku ve renk ile yaratılıyor. Üstelik bu bitkinin milyarlarcası aynı anda, birbirine karıştırılmadan, eksiksiz, kusursuz yapılıyor. Kör Tabiatçılar bunu nasıl açıklayacaklar? Demek ki, tabiat kanunları, kendi başlarına bir iş yapamazlar.
Kâinattaki harika faaliyetlerin arkasında, Allah'ın güzel isimleri vardır. Güneş ışığının her yeri aydınlatması gibi, bunlar da kâinatı kuşatmıştır. Tabiat ise, "tesir eden mutlak güç" değil, "tesir altında kalan âciz bir eserdir." Dışarıdan gelen sonsuz bir iradeye boyun eğmekle şekilleniyor, çeşitleniyor ve yeni yaratılışlara sahne oluyor.
Materyalistlere göre, yaratılış olayı tabiat tarafından meydana gelmektedir. Dünyanın güneşten kopup içinde canlıların oluşmasını, insanın ortaya çıkışını tesadüfe bağlamaya çalışıyorlar. Oysa tabiat denilen şu varlık alemi, yaratan değil; yaratılandır.
Tüm ilmi veriler, tarafsız olarak evrenin bir başlangıcı olup sonradan var olduğunu ortaya koymaktadır. Sonradan var olan bir şey, kendi kendini yaratamayacağı gibi, hiçbir şey de yaratamaz. Öyleyse tabiatın bir ilk yaratıcıya ve bir muharrike (hareket ettiren güce) ihtiyacı vardır. İşte o gücün sahibi ezeli ve ebedi olan Allah'tır.
Gerçek şu ki, olmayan bir şey hissedilmez. Sonlu ve yaratılmış olan insan zihni, sonsuz ve yaratılmamış bir varlığı icat edemez. Bizi koruyan kim ise var eden de odur. Varlığımız, Allah'ın varlığının en kesin delilidir. Kâinattaki muazzam nizam ve intizamlı işleyiş, bunun ezeli ve ebedi bir sahibinin olduğunu gösteriyor.
Sonuç olarak, her şeyini Allah'a borçlu olan ve buna rağmen ihanetin zirvesine çıkan materyalistlere şunu sormamız gerekir: Allah'ın olmadığı bir dünyada faziletli olmanın, kurallı yaşamanın, dürüst davranmanın, ahlaklı olmanın sebebi ne? Allah ve ahirette ödül yoksa bütün bu zahmetlere insan niçin katlansın?
Allah'ın, ahiretin, hesabın, sorgu ve sualin olmadığı bir hayat namuslulara, ahlaklılara, dürüstlere, hakkı hukuku gözetenlere, erdemlilere bir cehennem; namussuzlara, hırsızlara, canilere, ahlaksızlara bir cennet olurdu. Öylesi bir dünyada insanları erdemli ve ahlaklı yaşamanın gerekliliğine nasıl ikna edecektiniz? Allah'ı hayatına, siyasetine, devletine, okuluna karıştırmak istemeyen laiklerin yaşantıları bunun en açık delili değil midir?