Nefse Karşı Cihad (Cihad-ı Ekber)
“Senin en zararlı düşmanın iki yanın arasında bulunan kendi nefsindir” buyuran hadisi şerif, bize en güç, en zor ve en büyük cihadın, müminin kendi nefsiyle ve nefsin arzularına karşı verdiği cihad olduğunu göstermektedir. Cihadın en büyüğü en büyük düşmana karşı yapılan cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber (s.a.v), Tebuk seferi dönüşünde ashabına şöyle buyurmuştu:
“Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.” Ashaptan bazıları: “Ya Resulüllah! Büyük cihad nedir?” diye sorunca: “Nefisle mücadeledir” buyurdular. (Keşfulhafa: 1, s, 425).
Hz. Peygamber (s.a.v), Bizans`a karşı en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebuk seferini “küçük cihad” olarak görürken; nefse karşı verilecek mücadeleyi “büyük cihad” olarak nitelendirmesi, üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir meseledir.
Yine bu anlamda başka bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır: “Hakiki mücahit nefsine karşı cihad açan kimsedir” (Tirmizi)
Bu manada daha başka hadisi şerifler de vardır. Ancak bütün bunlar bize, insanın nefsi ile nefsin boş, manasız ve gayrı meşru istekleri ile mücadele etmesinin ne kadar kritik bir mesele olduğunu göstermektedir.
Nefisle mücadele, öyle bir cihaddır ki, Allah yolunda yapılan silahlı cihattan bile daha faziletli ve daha üstündür. Allah yolunda yapılan cihadın üstün değerine ve onun en üstün ibadetlerden sayıldığına dikkat edilecek olursa nefisle cihadın değer ve önemi daha güzel bir açıklığa kavuşur. Nefisle cihadın üstünlüğünü izah ederken üç noktayı burada beyan etmeye çalışacağız:
1- Her ibadet, hatta silahlı cihat, iki açıdan nefisle cihadı zorunlu kılmaktadır: İbadetleri bütün şartlarıyla tam olarak yerine getirmek nefisle cihada bağlıdır. Her ibadet, ancak sırf Allah`ın rızası için yapılarak her türlü şirkten, riyadan, bencillikten ve nefsanî isteklerden kurtulmak şartıyla Allah`u Teâlâ`nın indinde makbul olup Allah`a yakınlaşmaya sebep olur. Böyle bir şey ise nefisle cihat etme dışında mümkün değildir. Hatta silahlı cihat ve şehadet de ancak Allah`ın rızası ve Tevhit kelimesini yüceltmek için olunca değer kazanıp tekâmüle ve Allah`a yakınlığa sebep olur. Bu büyük ibadet bile şöhret, intikam alma hırsı, riya ve gösteriş, makam ve mal, hayat sorunlarından kaçmak veya buna benzer diğer nefsanî hedefler için olursa manevî değerini kaybeder, insanı Allah`a yakınlık makamına yükseltmez. Nefisle cihat, bütün ibadet ve hayırlı amellerden ve hatta Allah yolunda silahlı cihattan bile üstündür; zira onların hepsinin doğruluk ve mükemmelliği nefisle cihada bağlıdır. İşte bu yüzden ona, Cihadı Ekber denilmiştir.
2- Silahlı savaş belli bir zamanda ve özel şartlarla farz olur. Ayrıca farzı ayın değil farzı kifayedir. Bazı kimseleri kapsamaz. Bazı zamanlarda cihat kesinlikle farz değildir; farz olduğu yerlerde ise farzı kifaye olup yeterince savaşçı iştirak ederse bu farz diğerlerinden kalkar. Ayrıca kadınlara, yaşlılara, acizlere, güçsüzlere ve hastalara da farz değildir. Fakat tam aksine nefisle cihat, herkese her zaman, her durumda ve bütün şartlar altında farzı ayindir ve insanın bütün hayatı boyunca her an yapması gereken bir cihattır.
3- Nefisle cihat, bütün ibadetlerden, hatta mücahidin canından geçerek şehadetle karşı karşıya geldiği silahlı cihattan daha zordur. Zira hakka tamamen teslim olmak, bir ömür boyu nefsanî istek ve heveslerle mücadele etmek ve tekâmüle doğru ilerlemek, bir mücahidin birkaç sabah savaş meydanında İslâm düşmanlarıyla savaşmasından ve nihayet şehadet makamına erişmesinden çok daha zordur. Nefisle mücadele etmek o kadar zordur ki, sürekli ve amansız bir cihat, birçok ıstıraba tahammül etmek ilâhî yardımlar olmaksızın imkânsızdır. Dolayısıyla namazlarda devamlı: "Bizi doğru yola hidayet et" diyoruz. Tekâmülün doğru yolda ilerlemesi o kadar zordur ki, kutlu İslâm Peygamberi, Allah`u Teâlâ`ya: “Allah`ım! Bir göz açıp kapamak kadar beni kendi başıma bırakma” diye dua etmişlerdir.
Hulasa diyebiliriz ki, nefis ile cihad, diğer bütün cihatların altyapısı ve ön hazırlığıdır. Burada zafer kazanamayan diğerlerinde kazansa da nihayetinde mağlup olmaya mahkûmdur. Eğer nefisler iyice arınmamış, bencil duygulardan kurtulamamışsa zafer sonrası neticeleri paylaşmakta anlaşamazlar. Düşmandan geri çekilmiş silahlar, birbirlerine çevrilme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Tarihte bunun örneklerini çokça görmek mümkündür. Bugün, Afganistan gibi birçok yerde, maalesef durum bundan ibarettir. Allah`ım! Bir an olsun bizi nefsimizle bırakma!