BİR BAŞ Kİ, BELALI DEĞİL NEYE YARAR BABA?
Yıl 1977 İstanbul Hasdal Askeri kışlasında asker iken çarşı iznine çıkmışız, askerlerin çoğunun kafasında İstanbul'un Beyoğlu Taksim gibi meşhur eğlence ve turistik yerleri varken, bizim kafamızda ise Eyüp Sultan, Beyazıt, Sultanahmet ve Fatih gibi mütedeyyin olarak bilinen yerler vardır.
İki arkadaş olarak Fatih camiine gitmişiz, namazdan sonra arkadaşım olan Siirtli mele Resul: burada Seyda mele Sadreddin Yüksel var, sen onu tanıyor musun? Dedi. Ben hayır, ama benim seydam ondan çok iyi bahsederdi, yani seydamın seydasıdır dedim. Mele Resul, benim de seydamın seydasıdır, ziyaret etsek iyi olur dedi. Ben de olur dedim!
Fatih Parkı’ndan Saraçhane’ye doğru yöneldik ve Unkapanı tarafına doğru vardık Rahmet apartmanına... Büyük bir heyecanla seydayı ziyaret ettik. Seyda nereli olduğumuzu, nerelerde okuduğumuzu sordu. Biz de kendimizi tanıttık. Bizi çok sevdi ve orada oturmuş alttan bizi süzen gence dedi ki, Metin bunlar senin adamlarına benziyorlar, onlara bir kahve ikram et dedi... Kahvemizi içtik Seyda’nın tatlı sohbetinden sonra izin isteyip ayrıldık. O genç de bizimle birlikte çıktı,
Seyda arkamızdan seslenerek "çocuklar dikkat edin Metin başınızı bir belaya sokmasın ha" dedi. Genç, "bir baş ki belalı değil neye yarar baba" dedi. Gencin bu sözü çok hoşumuza gitmişti. Dışarı çıktık ayrılmak istiyoruz, ama genç "yok dedi gelin şu ilerde bir çay içelim de sonra sizi gönderirim dedi. Biz, geç kalırız kaçak duruma düşeriz kötü olur" dedikse de ısrarla bizi Saraçhane’ye yakın bir büfede oturttu.
Çay içerken elimdeki Yeni Asya gazetesine gözü takıldı, aldı biraz inceledikten sonra, "senin nurcularla bir şeyin var mı diye sordu, ben hayır dedim. "O zaman senin okuyacağın gazete bu olmamalı dedi ve kalktı büfeden bir gazete getirip bana uzattı: işte senin okuyacağın gazete budur" dedi. Baktım üzerinde "Millî gazete" yazıyor, ilk sayfada Erbakan Hoca’nın büyükçe bir fotoğrafı vardı. Bu daha içimi ısıttı.
Eski gazetemi istedimse de vermedi, "biliyorum buna para vermişsin" ama sana gazeteni verdim, her izine geldiğinde gelirsin gazeteni buradan, (büfeden) alırsın bizden olsun, senin gazeten artık budur tamam mı? Dedi. Ben tamam da biz şimdi kaçak duruma düşeriz, sen şeyhlerin torunusun bizi kerametle mi nizamiyeye yetiştireceksin, ne yapacaksın dedim? O, onu da şimdi sana göstereceğim dedi ve hemen birini çağırdı, bunları götürüp Hasdal nizamiyesine yetiştireceksin dedi...
Evet Şehid Metin Yüksel Hocam ile tanışmamız böyle başladı. Ondan çok istifade ettik, daha doğru dürüst Türkçe konuşamıyor, saf bir köylü çocuğu iken bize çok şey öğretti. İlk İslami bilincimin temelini o attı. Kendisi Fatih Akıncılar Derneği başkanı idi. O zaman askeri elbise ile derneklere girmeye müsaade edilmiyordu, ama bizim için sorun yoktu. İstediğimiz zaman gider Metin Abi ile görüşebilirdik.
Askerlikten sonra da birkaç defa görüşebildik. Nihayet Yıl 1979, Diyanette müezzinlik kadrosuna girmek için Elazığ'da açılmış bölgesel yeterlilik sınavına girmişim, sözlü sınav gereği bana ezan okuttular. Komisyon üyelerinden biri Seydam M Ali Narin olduğu için çok rahat bir ezan okudum. Komisyon başkanı Diyanet işleri başkan yardımcısı Niyazi Baloğlu, "bu fatih ezanıdır" sen oralarda kaldın mı? Dedi. Evet dedim, "O zaman senin Şehid Metin Yüksel'i tanıman lazım" dedi.
Ben bu sözü duyar duymaz başka dünyalara gittim, bir anda kilitlendim, bir sıkıntı bastı beni, gözlerim doldu... Me..me..tin yüksel şehit mi olmuş? Dedim. Evet dedi ve durumuma baktı, daha hiçbir soru sormadı. Sadece: çıkabilirsin dedi. Çıkınca bir köşeye çekilip iyice boşaldım. Sınavı da kaybettiğimi düşünmüştüm, ama sonra öğrendim ki hak etmediğim bir puanı vermişlerdi.
Ah Metin Abi... O zamanki şartlarda senin şehadet haberini nerden alacaktım! Köyde ne telefon var ne televizyon! Yaşayan şehit -daha önce aldığı üç kurşunla kurtulmuştu- şimdi gerçek şehit... Rabbim Kevser'in başında buluşmayı nasip etsin. Bu vesileyle Rabbimden bütün Şubat şehitlerimize ve hasseten şehit Metin Yüksel abiye Allah'tan gani gani Rahmet diliyorum. Yolun yolumuzdur ey şehid!