• DOLAR 34.66
  • EURO 36.38
  • ALTIN 2933.56
  • ...

Suudi Arabistan yönetiminin altı ay kadar önce tutukladığı altmış kadar Filistinlinin akıbeti hakkında endişeli süreç devam ederken bu tutuklular arasında bulunan HAMAS’ın önde gelen isimlerinden olan 81 yaşındaki Dr. Muhammed El-Hudari, Cidde’deki Zehban Cezaevi’nden Mekke’deki bir devlet hastanesine kaldırıldı. Birkaç gün hastanede tedavi gördükten sonra tekrar kaldığı cezaevine konuldu. El Hudari’nin sağlık durumu ciddiyetini koruyor. Filistinli doktorun oğlu Hani El-Hudari de tutuklu bulunuyor. 30 yıldır Cidde kentinde yaşayan Filistinli Dr. El-Hudari, yaklaşık yirmi yıldır HAMAS’ın Suudi Arabistan’la ilişkilerinden sorumlu önemli bir isim.

İslam’ın beş şartından biri olan Hac farizasının yapıldığı kıblemiz Kâbe’nin bulunduğu şehir olan Mekke’nin bulunduğu coğrafyaya hükmeden Suudi yönetiminin, içerisinde Mescid’i Aksa gibi ilk kıblemiz olan Allah’ın(C.C.) Kur’an’da çevresini bereketlendirdiğini belirttiği Kudüs’ü, Filistin topraklarını işgal altında tutan siyonist işgal rejimine karşı destansı bir mücadele veren HAMAS hareketi mensuplarını tutuklaması kabul edilebilir değildir, ihanettir. ‘Hadimülharameyn’ ve efradı, siyonist saldırılar altında bulunan ilk kıble toprakları sakinlerine nasıl düşmanlık edebilir; anlamak güç doğrusu.

Suudi yönetiminin son yıllarda başta Amerika olmak üzere batılı ülkeleri kalkındırmak için aldığı yüz milyarlarca değerde silahın hangarlarda çürümesinin vebal olduğu tartışıladururken siyonist-Amerika, bu silahların namlusunu düşman kategorisine konulan aynı dine mensup insanlara çevirtip ‘bir taşla birkaç kuş’ hesabı yapıp tutturmuştu bile.

Yemen’de süren savaş, batılı şer odakların kirli projelerinin işlediğini açık açık gösteren acı bir vakıa. Yemen’de düşman kategorisinde bulunan batılı şer odakların yönlendirmesiyle sürdürülen savaş bizim savaşımız değil. Bu; haçlı-siyonistlerin daha önce yaptıkları gibi farklı mezheplerden de olsa aynı dine inanan Müslümanları birbirine kırdırma operasyonudur.

Mısır’da İhvan yönetimini devirmesi için Sisi cuntasına verdiği finansal destekle de yetinmeyen Suudi yönetiminin, yüz yıla dayanan İhvan hareketini “terör örgütü” ilan etmesi ise bardağı taşıran son damla misali. 

Suudi yönetiminin açılım adı altında İslami değerlerden ödün verme, siyonist işgalciyle normalleşen bir sürece girme gibi irrite eden adımları ise mide bulandırır cinsten… Yine gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice katledilmesi hadisesi Suudi rejiminin ne denli cüretkar davrandığını ve hepten zelil bir duruma düşüren kara bir leke olarak duruyor.

Kalan son Filistin topraklarını da işgalciye peşkeş çekmenin adı olan “Yüzyıllık Anlaşma”yı(ihaneti) benimseyen, sahiplenen ve Filistinlileri masaya oturmaya zorlayan politikalar, Suudi yönetimine ümmetçe bir nefret oluşmasına sebep olmuştur.

Oysa Kral Selman Bin Abdülaziz’in kardeşi olan ve 1975’te yeğeni tarafından suikastla öldürülen Kral Faysal, Filistin davası için canını ortaya koymuştu. Böyle bir tablo karşısında insan ister istemez bir kıyas yapıyor.  

Kral Faysal, İslam birliği düşüncesine sahip bir isimdi. Göreve başladıktan sonra bu fikri gerçekleştirmek amacıyla başta Mısır, Suriye, Irak gibi ülkelerle diplomatik ilişkilerini geliştirmiş ve ortaya önemli çabalar koymuştu. İslam ülkeleri liderleri ile yaptığı görüşmelerin sonunda 1969’da Rabat’ta ilk "İslam Zirve Toplantısı"nın gerçekleşmesini ve daha sonra da "İslam Konferansı Örgütü"nün kurulmasını sağlayarak İslam ümmetinin birlikte hareket etmesini sağlayacak çok stratejik bir adım atmıştır.

Kral Faysal, siyonist çetelerin Filistin’i işgali, gasp ve katliamlarını durdurmaya yönelik "cihat" çağrısında bulunan konuşması ise belki de suikasta uğramasına yol açacak adıma sebep olmuştu. Kudüs için şöyle diyordu kral Faysal:

“Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes Kudüs’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Neden korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz?

Allah yolunda cihad ederek ölmekten şerefli ve daha faziletli ölüm var mı? Ey kardeşlerim, bizim istediğimiz İslam Milliyeti ve İslami uyanıştır. Milliyetçilik, ırkçılık veya bloklaşma değildir arzumuz. Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir çağrımız.

Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir çağrımız. Ne zaman ki hatırlasam Haremi Şerifimiz (Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır ve orada günahla Allah’a isyan ve ahlaki çöküntüler sergilenmektedir; işte o zaman Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.”

Kral Faysal’ın Filistin davasına bakışı ve anlayışı nerede... Şimdiki baba oğul Selmanların anlayışı nerede…

Mekke ve Medine gibi mukkades şehirlerin bereketinin bir semeresi olan zengin petrol kaynaklarını, İslam aleminin içinde bulunduğu fakirlik ve sefalete rağmen batılılara peşkeş çeken, harman savuran, içerde ve dışarıda despotik yaklaşımlarla Suudi Arabistan’ı yönetmeye çalışan zihniyet elbet kaybetmeye mahkumdur.