İmha İçin Değil İhya İçin Söylemeliyiz
Yaklaşık yüzyıldır yenilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız. Batı almış başını gidiyor. Dur durak bilmiyor. Sanatta müzikte, edebiyatta, sinemada, bilimde, sanayide, teknolojide inanılmaz mesafeler kat etmiş.
Batı okyanusta yüzen çok huzurlu ve müreffeh bir gemi inşa etti. Ancak okyanustaki her kıpırtı uykularını kaçırıyor. Batı bizi yendikten sonra alıp başını gitmedi maalesef. Sınırlarımıza, mabetlerimize, kitaplarımıza, yüreklerimize ve zihinlerimize bekçiler tayin ederek gitti. Elbette ki “yüzyıl” tarih için uzun bir zaman değil. Ve yüzyıldır bu bekçilerden yakamızı kurtaramadık.
Maalesef bugünün dünyası batının kurduğu ve iç içe geçip perçinlenmiş bir sistem üzerine inşa edilmiş. Bir yerine müdahale edebilmeniz için dünyanın tamamını sarsmanız gerekiyor. Yani ticaret, siyaset, savaş, hukuk, dostluk ve düşmanlığa dair kuralların tamamını o koymuş ve iç içe geçmiş çelik halkalar gibi düzenlemiş. Üstelik herhangi birine değişikliğe gitme niyetinizi “okyanusta mutlu yüzen gemi”ye bir tehdit olarak algılayıp imha etmeye yelteniyor. Sizin “dünya” kadar uzun sopanız olmadan bu dünyayı oynatmanız, kurulu düzenini sarsmanız çok ama çok zor oluyor.
Batı, medeniyetinin sadece şekilsel kısmının geminin dışına taşmasına müsaade etti, hatta bıraktığı bekçiler vasıtasıyla bu şekilsel benzerliği dayattı. Ancak düşünsel, yönetsel ve üretim kapasitesine meyleden her aklı ve hareketi düşman olarak belledi ve imha etti/ediyor. Oysa “aklı başında” bir medeniyetin bütün dünyayı sarmak gibi bir hedefi olmalı değil mi?
Batı bu güne kadar içimizde kral, diktatör, darbeci, gerici ve işbirlikçi hainler dışında hiç kimseyi desteklemedi.
İslam dünyasının son yüzyılın en barışçıl damarı İhvan`ı deviren darbeci Sisi`nin iktidarının pekişmesine en hafif tabirle payanda olan yine Batı? Dünyanın en ilkel, gerici, üretmeyen, düşünmeyen, embesil Suud hanedanı ve avanesiyle ilişkilerinde en ufak bir problem gördünüz mü? Evren Türkiye`si ile ilişkisi ve samimiyeti Erdoğan Türkiye`sininkinden daha samimi değil miydi?
Gerçi mezhepçilik ihanettir ama bildik söylem ile söylemek gerekirse Ehli Sünnet dünyasına İran mı çok zarar veriyor yoksa Suud ifsad şebekesi mi? Ya da Sisi mi? İran`ı bir şekilde şii diye öteleyebilirsiniz ama ya bu eli kolu ağababaları sayesinde her yere uzanan hainlere ne demeli…
Elbette her şeyi batıya yıkma kolaycılığı bizi bir yere götürmez. Biz uyuşuk ve kısır topluluklar oluverdik. Ama aktif, aksiyoner, düşünen, üretken “kafalarımıza” da savaş dışında bir meşguliyet alanı bırakmıyorlar. Bazen direk bazen de başımızdaki bekçiler vasıtasıyla eninde sonunda ya düşünmeyen, üretmeyen teslimiyetçi bir “kafa”, ya da kesilecek bir “kafa “ seçeneğine zorlanıyorsunuz. Bu durumda düşünmeyi ve üretmeyi ötelemek zorunda kalıyorsunuz. Arkasından da dümeni bekçilerinin elinde olan ama içinde sadece bizlerin olduğu savaş gemilerinde birbirimizi kılıçtan geçirinceye değin vuruşuyoruz. Biz dümende olmadıkça verdiğimiz her savaş düşmanlarımıza yarayacaktır.
Bir çuvaldızı bile olmadığını iddia edecek kadar barışçıl olduğunu iddia eden Gülen Hareketi yine batının kalbinde ve koynunda büyüyen; tank, top, uçak kullanmaktan geri durmayan bir canavar olduğunu hep birlikte müşahede etmedik mi? Zira batıya muhalefetiniz kellenizin alınması için yeterli bir sebep. Peki teslimiyet ve itaat çare mi? Türkiye bunu yüzyıl denedi ve geldiği yer ortadaydı.
İran, İslam inkılabıyla birlikte son yüzyılda bir yönetim modeli geliştiren tek İslam ülkesi. Biraz mezhepten, biraz, tarihten, biraz hadisten, biraz Kur`an`dan biraz da ülkesinin şartlarından müteşekkil bir yönetim modeli. Bir üretkenliğin karşılığı. Düzeltilebilir, geliştirilebilir, revize edilebilir bir model. Eksiğinden, yanlışından arındırma çabası içerisinde olmalıyken adeta “vazifedarlar” gibi koro halinde şeytanlaştırmak başka bir hesabın sonucu olsa gerek. Devrim yapmış bir halkın ve yönetiminin yanında bir gün durmazken; “vazifedar bekçiler” ile birlikte onu boğmanın bütün yolları zorlandı.
Böylelikle devrimin kendi kabuğuna çekilen, savunmacı, mezhepçi ve milliyetçi temayüller geliştirmesine hepimiz bir şekilde katkı sunduk.
Siyasi tercih ve yanlışlarını eleştirmek başka şey, bunun üzerinden mezhepsel bir ayrışma ve düşmanlık inşa etmek başka şey… Mevcut yönetim düşerse İran`da Şiilik biter mi?
Halen, İslam coğrafyasının önemli bir kısmında belirleyici bir güç olan İran, İslam dünyasının sinema, müzik, edebiyat, sanat, felsefe alanında özgün bir anlayışla en üretken ülkesi hatta birçok yönüyle tek üretken ülkesi. Yine kahredici ambargoya rağmen milli silah ve sanayi alanında İslam dünyasının kendine yetebilme noktasında en güçlü ülkesi.
İran`ın yanlış Suriye politikasını referans göstererek düşmanlaştıranlara “günahsız olan ilk taşı atsın” denildiğinde kimsenin kolunu kaldırma mecalinin olmayacağı Suriye savaşından önce de bu kesimler aynı dil ve üsluba sahip değiller miydi? İran Sünni kesimleri destekleyince “ihraççı” diyerek karşı durduk. Şii guruplara destek verince mezhepçi ve yayılmacı dedik. İçimizde düşünen ve üretenleri kellelerini kurtarmak zorunda bırakacak bir pozisyona mahkum etmemeliyiz. Sayın Cumhurbaşkanı da enerjisini daha elzem şeylere harcayacakken her taraftan sıkıştırılarak yanlış yapmaya zorlanmıyor mu?
Dünya, ABD`nin yarı deli bir başkanının iki dudağı arasında çıkan bir söz ile ya da kameralar karşısında attığı bir imza ile dünyayı yangın yerine çevirmesine “gelişmiş batı demokrasisi” derken; bütün eksik ve hastalıklı organlarına rağmen birbiriyle rekabet edebilen ve seçilen kurumlardan müteşekkil İran Modeli`ne acımasızca saldırabiliyor.
ABD, lobiler, sermaye odakları, medya ve sapkın tarikat erbabının iradesiyle dünyayı yönetecek iki deliden birini buluyorken bunun adı demokrasi; İran`da ise bu eleme alenen ve yasal olarak yapılarak ikiyüzlü bir tutum sergilenmediği için diktatör bir model oluyor.
İhya için bir yanlışı dillendirmek ile imha için bir yanlışı dillendirmek aynı şey değildir.