Ön Saflar Yaşlanıyor Galiba
Geçen gün bir organizasyonu televizyonda izledim. Güzel insanların güzel bir insan için tertipledikleri güzel bir etkinlik. Hz. Osman`ı anlatan bir etkinlik tertiplenmişti. Bu tür etkinliklere katılırken çok fark etmiyorsunuz; ama “kamera” gözü ile izlerken fotoğrafı çok daha net görüyorsunuz. Ayrıntılar daha bir belirginleşiyor. Ufkunuz daha bir genişliyor. Zihniniz daha sade işliyor. Ön kabulleriniz daha doğru bir zemine oturuyor. “Aynel yakin” oluyorsunuz biraz. Biraz daha dışarıdan bakma imkanınız oluyor.
Evet “ön saflar” oldukça yaşlanmıştı. Ön saflarda yaşlıları tutmak elbette ki örfümüzün, medeniyetimizin hatta inancımızın gereğidir. Onlara değer vermek, tecrübelerinden istifade etmek, ilimlerinden feyiz almak…
Ancak safların arasına gençleri ve çocukları almak da kültürümüzün, örfümüzün, medeniyetimizin bize bahşettiği önemli bir hasleti olsa gerek. Safları gençler ve çocuklarla muhkemleştirmek; safları “gençleştirmek”… Direnci artırmak; taze ve sıcak kan taşımak ön saflara...
Öz güven aşılamak ellerinden tuttuğumuz minnacık yürekleri ön saflara karıştırarak…
Çocuklar sevgiyi ve öğrenmeyi, gençler mücadeleyi ve büyümeyi, olgunlar tecrübe ve kararlılığı, yaşlılar ise şefkat ve merhameti temsil eder. Bu harman “ön saflara” taşınmalı elbet. Ancak bunlardan çizili bir tablo gençliğe ilham ve imkan kaynağı olur.
Arka saflara da göz gezdirdim biraz. Öne geçme heyecanı taşıyan bir “heyecan” ve “potansiyel” de pek ilişmedi gözüme. Kıpır kıpır gençlerde bir ürkeklik ve öz güven eksikliği hissedilir gibiydi. Bir ordu “aslan” vardı; ama ön saflara aday genç de pek yok gibiydi. O arzu ve heyecanı taşıyan; “Tamam işte yarın bunların omzunda” denilecek gençler… yaşlanmaya özenmişlik içinde ağarmış “başlar” taşıyordu gövdeler arka sıralarda da.
Bir “kısırdöngü” üretecek tablo elbette can sıkıcı olmalı. Ön safta yer alabilme ümidi çok canlı tutulmalı arka saflara oturtulacak çokça gençlerin. Elinden tutmalı, iradesini cesaretlendirmek için ön saflara dair.
Birkaç “ağarmış” adama hasret olduğumuz yıllar tepindi zihnimde. “Geç onu o geçmişteydi, geçmişte kaldı” diyecek olsam da, alıkonulamaz mazi havsalamın kilit vurulmuş kapılarını bir bir parçalayarak dışarı çıkıverdi: Elimizden tutup önce “saflara” sonra ön saflara çeken birkaç henüz ağarmamış adam… Saflığın ve sadeliğin adıydı “saflarımız”. Safları sıkı tutmanın adıydı gençliğimiz.
"Saf saf" olmanın adıdır safları gençlerle harmanlamak.
Cılız bedenlere, ince bileklere, titrek yüreklere “bir dünya” yükün yüklendiği zamanları hatırlayalım. Büyütülmüş çocukların sırtına yüklenilen “bir dünya”… "Bir dünya" cephe almıştı birkaç delikanlıya. Ama yine hatırlayalım bükülmez bilekler, düşmez devrilmez omuzlar ve aslan yürekler devşirilmişti bu “zayıflıktan”. Onlar bu günün ağarmış “ön safları” işte.
Ön safları canlı tutmalı. Biraz genç harmanlamalı. Biraz da çocuk karmalı. Çocukça gülmeler, cesurca kükremeler de yankılanmalı önde.