Bilmem Söylesem mi?
Evinin önünü süpüremeyenler başkasının evini, sokağını temizleyemezler. Veya bunu yapmaya kalkışsalar da inandırıcı olamazlar.
Yoğun bir iç-diş terörle doldurulmuş gündem üzerine söyleneceklerin çerçevesinin ince ince çizildiği, sizi çerçeveleyen belli bir “çerçeve programı”nın dayatıldığı; bu çerçevenin dışına çıkanın aforoz edildiği bir gündemde doğruları yazmak veya yazabilme cesaretinde bulunmak ne kadar doğru ve gerekli bilemiyorum. Veya bir karşılık bulur mu ondan da endişe ediyorum. Hatta belden aşağı saldırılara da maruz kalıyorsunuz hem gazete olarak hem de muhabbet beslediğiniz iyilik kuruluşları olarak. Çerçevenin dışına çıkanların vay haline!
Bazen Irak`ta ABD`nin vahşice müdahalelerini söylerken IŞİD`çi oluyor; eğer konjonktür 2011 ise, IŞİD`in gayri insani cinayetlerini anlatmışsanız ABD`ci oluyor; Suriye`de bir strateji hatasından dem vuruyorsanız İran`cı oluyor; doğuda örgütün işini kolaylaştıran yanlış “çözüm” haritalarını canhıraş bir şekilde haykırıyorken ya kıskanç ya da hain oluyorsunuz. Eğer 2013`ten önceki bir zamanda FETÖ`nün Müslüman kardeşlerine kumpas kurduğunu söylemişseniz İslam ve “hizmet” düşmanı oluyordunuz. Şimdilerde ise insan haklarını savunma babından “at izinin it izine karıştığını” (C.Başkanının söylemi) masumların korunması gerektiğini söylediğinizde ise gizli FETÖ`cü oluyorsunuz.
Suriye savaşının çözümü meselesinde Türkiye dışında başka bir Müslüman ülkenin de adını zikrettiniz mi içten içe kabaran bir öfkenin burunlarından yüzünüze doğru savrulduğunu hissetmemeniz için aptal olmak lazım. Ama kardeşlik hikayemiz hatırına zaman zaman aptal rolü oynadığımız da olmuyor değil.
Zaman zaman hayati hatalarda “canım koca devlet sizin kadar da mı bilmeyecek” deyip çıkıveriyorlar işin içinden. Gün gibi aşikar hatalarda ısrarcı yaklaşımı “padişahım çok yaşacılar” adeta hem padişaha hem de ahaliye dayatıyorlar. Merkezi iradenin doğruyu görmesini de perdeliyorlar.
Esas üzücü olan şu ki; bu hatalar zincirinin bir süre sonra merkezi iradeyi, arkasından da tüm toplumu vuruyor olmasıdır. Bundan ötürü halklar olarak çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldık/kalıyoruz.
“Türkiye`nin, Suriye meselesini, savaşı tırmandırma stratejilerini bertaraf edecek şekilde bölge ülkeleriyle çözme yoluna gitme çabası, takdire şayandır ve ta en başından beri dile getirdiğimiz bir husustu” dediğimizde bir anda Halep`teki kahredici güncel “utanç sahneleri” üzerinden bizi bir yere yamamaya çalışıyorlar, önceki körlüklerini örtbas etme adına. Oysa bütün yolların yıllarla buluşunca gerçeğin hizmetkarı oluverdiği gerçeği perdelenemez kadar ortadır.
Esas meramımıza gelecek olursak; malumunuz son zamanlarda insanlık dışı vahşi intihar eylemlerini protesto yürüyüşleri düzenleniyor şehirlerde. Bunlardan biri de Diyarbakır`da düzenlendi. Canlı yayında izledim. Doğrusu terörü telin miydi, destek miydi çok kestiremedim. Bu planlamayı kimin yaptığını, bu aklı kimin verdiğini anlamak zor. Çok ta hayıflandım. Elbette Diyarbakır`da bu telin yürüyüşünü yapmak önemli. Şimdi bu yanlışlarını da söyleyecek olsak bizi bilmem necilikle suçlayacaklar. Ama olsun. Biz bildiğimiz ve halk yararına olduğuna inandığımız doğruları, neye mal olursa olsun söylemekten geri kalmayacağız velev ki dokuz köyden fiilen kovuluyor olsak bile. Bize bir minder bir de tandır ekmeği doğranmış bir tas ayran yeter de artar bile. Koltuksuz ve kavurmasız yaşayamayanlar varsın bildiklerini yapsınlar. Hak ve halk dışında bir “yandaş”lığımız olmaz bizim. Sinemiz kardeşlik adına dünya kadar kahır çeker ama dirhem kadar “nahır” çekmez.
Diyarbakır sokaklarında bozkurt işaret ve sloganlarıyla yürümekle, Türkçülük vurgusu kuvvetli sloganlar atmakla, 1921`e kadar renginin her zerresinde kanımızın olduğu sonrasında hiçbir zerresinde yerimizin olmadığı son zamanlarda ise yer yer, yer bulmaya çalıştığımız bilmem kaç yüz metre bayrak taşımakla ancak terörün ekmeğine yağ sürmüş olursunuz. Söyler misiniz bölgenin dağına taşına “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Bir Türk Dünyaya Bedel” sloganları yazmaktan ne farkı var bu yürüyüşün. Hiç mi sosyoloji, psikoloji bilinmez? Hiç mi bölge insanını tanımaz bunlar? Hani bu sosyolojiyi en iyi bilenlerden biri olan ilin AKP milletvekili yürüyüşte olmasaydı “bir bilen yokmuştur” derdim. Oysa basamakları hızla tırmanmaya namzet nice akil! adam vardı orda. Sonrasında da örgütçülerin bıyık altından kıs kıs gülüşlerini izledik şehrin varoşlarında.
Tv`den yanlış görmüşümdür diye yürüyüş güzergahındaki birkaç tanıdığı aradım. Daha ben sorumu tamamlamadan bin ah işittim onlardan aynı kaygılarla. Hele örgütle arasında, buradan Fizan`a kadar mesafe olan biri o kadar olumsuz etkilenmişti ki onu teselli etmek bana düştü. Yürüyüşte Memur Sen`in de olması hasebiyle sendikadan istifayı bile düşünüyordu. Ancak ikna edebildim.
El hasıl terörden kurtulmanın yolu bölge insanını Türkleştirmekten geçmez. Bu yüz yıldır denendi. Bilakis örgütün argümanlarını elinden alacak kardeşlik projeleri geliştirmek lazım. Hüseyin`in adını Hasan diye değiştirerek “bir” olunmaz. Kardeşlik ancak, duygusal ve samimi ifadelerle desteklenmiş hukuki ve bağlayıcı bir metinle sağlanır. Kardeşliğimizi tesis etmeden, başka kardeşlere yardım etmek o kadar zor ki…