Dos(t)doğru Söylemeli Bu Fotoğrafın İçindeyim Ama Delirmenin Eşiğindeyim
Binek bizim, yol bizim “menzile” doğru gidiyoruz gibi. Ama yürüdükçe menzil uzuyor. Bir serabın zehabına mı kapılmışız ne... “Menzil” şuracıkta. Ama biz gittikçe o da gidiyor gibi. İzah edemiyorum inanın. Bir daha bakıyorum; evet binek bizim, yolda selamlaştıklarımız bizden. Sağlı sollu ağaçlar, tarlalar; orda çalışan ırgat, kazığa sağlam bağlanmış usulca otlanan at, çobanın fesi, koyun sürüsü bizim. Gerçi sağlı sollu havlayan köpekler yabani gibi ama… Olsun “yolda” onlar da olur. Ama ilerideki vaha hep uzaklaşmakta.
Bir susmuşluk hali, bir sinmişlik hali… Bir susmuşluğun ve sinmişliğin yavaş yavaş kanıksandığı bir hal.
Ötede dumanlar yükseliyordu. Yandım! Diye feryat figan edenleri hilecilikle suçluyorduk. Sahte bir duman, yalancı bir feryat gibiydi. Ancak sınırlarımıza ilişince, dumandan yükselen alevlerin sahiciliğini iliklerimize kadar hissettik. Kaçacak yer kaldı mı bilmiyorum.
Çıra bizim, ateş bizim, nefes bizim evi yanan yine bizim.
Dilimiz ırkçılığa deviniyor, dinimiz putçuluğa evriliyor, direğimiz üzerimize devriliyor. Sular yükseldikçe biz dağa tırmanıyoruz. Ritüeller Mekke putlarına rahmet okutacak cinsten. Ama söylenecek cesaretimiz yok. Hamasi övgüler Rabb’i öfkelendirecek dozda, kızanımız yok. Yalanlar Pinokyo’nun burnunu dünyayı yerinden oynatacak kadar uzatıyor ama “küt burunlu estetik, herkesin burnu kesik” moda şimdi. Yüzyıldır konuşamadık; ifrat tefrite kurban ettik bir devri ve adamlarını.
İbrahim bizim, balta bizim, cesaret bizim ama konuşan hep putlar oluyor.
Literatür o kadar kalıplaştı ki ırkçılık yeniden sahne almış adeta tarih yazıyor. Literatürün dışına çıkabilecek yiğit varsa da alnından öpmeli. Zira alnını karışlıyorlar Divanda “Latin’e” Lügat edenin. Hem de Yedi Güzel Adam’ın memleketinde. Divanda oturanın ipi bu kadar kolay çekiliyorken kim korkmaz ki.
Civan bizim, divan bizim, ferman bizim ama kurban yine bizim Hızır.
Sular bulandıkça bulanıyor. Bu suda balık diye elinize gelen timsahlar korku filmlerini aratmayan cinsten. İfsad 3 F yöntemi ile (futbol, fiesta, fedo – futbol, festival, kadın) Kürd gençliğini dağa kaçırıyordu. Şimdi aynı yöntemle düzen kafe-bara kaçırtıyor. “Paha biçilmez” konserlerle “Gönül Dağımız” dağlandıkça dağlanıyor.
Tas bizim, çeşme bizim, su bizim ama susuzluktan kırılan yine bizim.
Bir dönem FETÖ’nün işgalindeydi zihinler ve gönüller. Şimdi “hamasetin” tehdidi altında eylem ve söylem. Nerede o her devrin sesi gür çıkan cesur yürekleri. Şubat soğuğunda, darbeler arbedesinde, dipçiklerin gölgesinde bile susmayan, bizlere yön ve yol tayin eden ablalar, abiler; neredesiniz? Bittiniz mi, gittiniz mi? Yoksa enkazın altında siz de mi kaldınız.
Meydan bizim, kalabalıklar bizim, kavga bizim ama dayak yiyen hep “bizim”.
Ben de mi! Evet haklısınız. Bak ben de korkuyorum. Dolana dolana yazıyorum. Kelimeleri eleye eleye yazdım inanın. Cümleleri kırpa kırpa… Başlarken ne cüretle başlamıştım oysa.
Maslahat-kardeşlik adına, yol-binek hatırına, tarla-ırgat parasına, çoban-sürü kaygısına ve menzil-vuslat aşkına… Kırptıkça kırptım.
Yol bizim, binek bizim, tarla bizim, ırgat bizim, çoban bizim, sürü bizim ama…
.