Ucu başkasının elinde olan ipler mi edindik
İtiraf edeyim ki kukla olmak çok rahat bir iş. Konuşmuyorsun, koşturmuyorsun, yorulmuyorsun. En önemlisi düşünmüyorsun. Malum, düşünmek en ağır iş olsa gerek.
Yenik medeniyetin çocukları Müslümanlar yüz yıldır enerjilerinin büyük bir kısmını İslam’ın görünen şiarlarını yaşamaya ve yaşatmaya adadı. Tesettür en belirgin ve en çok enerji harcadığımız kutsalımızdı. Uğruna cezaevi yattık, işkence edildik, okullardan atıldık, memuriyetten atıldık, işe alınmadık, yurt dışına kaçtık. Kadınlarımızı okutamadık. Jop yedik, küfür yedik, kahır yedik ama “zokayı” yemedik. Elbette en büyük mağdurlar kadınlardı. İslam aleminin tamamında durum aşağı yukarı aynıydı.
Namaz kılabilmek için ne kuytu ve rutubetli mekanlar edinmiştik “kamusal alanda”. “Lamark’ın evrim Teorisi’ni” çürütecek kadar farelerle haşır neşir olmuştuk bodrum katlarda. “İçki, kumar, yalan, hırsızlık, dolandırıcılık, adam kayırma günahtır; haramdır” demeyelim/diyemeyelim diye; maskelerini düşürmeyelim diye dünya kadar modern ve postmodern darbe yedik. Ama “zokayı” hiç yemedik. İnsan onuruyla bağdaşmayan çılgınlıkla, çıplaklıkla hep mücadele ededurduk.
Laiklerle asla uzlaşamazdık. Bizim Nas’a ve müktesebatımıza dayanarak haram, günah, kötü bildiğimiz ne varsa onlar “dokunulmaz kutsallar” olarak iman etmişti; ettirilmişlerdi. Öyle ki Kur’an’da geçmiyor diye aynı derecede kötü olan uyuşturucuyu yasak, içkiyi serbest etmişler… İçkiyi yasak etseler Kur’an’ı teyid ederler korkusu yaşıyorlar. Elbette bu zavallı laiklerin kuklacıdan pek haberleri yok biliyoruz. Biz kuklacıyı alnının ortasından vurduğumuz gün hareketsiz ve bereketsiz birer cansız olduklarını elbette anlayacak “bizim” kuklalar. İşte o gün Musa’nın asasıyla, İsa’nın yasasıyla, İbrahim’in tasasıyla Muhammed’in sevdasıyla dokunacağız onlara; dirilteceğiz onları. Sadece ahaliyi eğlendiren soytarı silüetler olduklarını er geç göstereceğiz onlara.
Tesettüre dünya kadar enerjiyi boşa mı harcadık dersiniz. Elbette hayır. Onu “başa taç” etmeyi başardık elbet. Ama durun! Musa’nın dönüşüne öykünüyor geride bırakılanlar. Örtünmüşlerin eline bir ayna bir de makas vermişler. Konuşuyor ayna. Her gün örtüsünün orasından burasından bir parça kestiriyorlar. Ancak aynada gördüğü olamıyor bir türlü. Aynaya yaranamıyor da… Kestikçe kesiyor ama memnun edemiyor. Tatmin de olmuyor. Tesettür başkalaştı.
Kuklalar sahibi gibi konuşur, ama asla onun gibi düşünemez, üretemez. Kendisi kuklacının en büyük eseri olsa gerek. Eli, kolu, gözü bağlı olarak bu kavgadan zaferle çıkmak çok zor. Kitle iletişim araçları ellerinde. Haber milli menfaate ya da iktidara dokunuyorsa kızılca kıyamet… İslam’a ve Müslümana hakaret ise ‘mızıkacılar’ korosunun merkebi olmaktan imtina etmiyorlar.
Son zamanlarda yalan dolan bir haber üzerine ve Batı menşeli bir organizasyonla İran’ın merkeplerini harekete geçirmişler. Bu merkepler üzerinden tepinerek alenen ve aşağılık yöntemlerle İslam’a, tesettüre, kadının iffetine saldırıyorlar. Hak adı altında İran kadınının ve Türkiye kadınının ve dahi tüm İslam aleminin çoğunun gönül rızasıyla giydiği tesettürü ve giyenleri aşağılıyor bir avuç kukla. Elinde makasıyla “aynanın” karşısına dikilip aynaya sabitlenen “Samiri’nin Buzağısı’na” kanmışlar da yonttukları örtülerinin kalan son parçasını çıkarmak üzereler. Zira artık üstte durmayacak kadar “küçük”. İbn-i Haldun ne güzel özetlemiş hal-i pür melalimizi asırlar önce; “Yenilmiş medeniyetin çocukları galiplerin erdeminden bahseder”.
Peki nerde o kuzu postuna bürünmüş postmodern ve modern tüm darbeleri deviren devrimciler. Neredesiniz? Kuklacıyı alnından tanıyan, kuklaya can veren ruh veren devrimciler; öldünüz mü? Yoksa her birimiz elinden, kafasından ve ayaklarından “yukarıya” uzanan bağlı ipler mi edindik. O ipler oynadıkça mı oynar, onlar konuştukça pleybek mi yaparız?
Dün çok olmak değildi tesettüre verdiğiniz can. Bugün çokluğunuz olmasın mukaddesata ferman. Meydana çıkın ve örtümüzü yakan üç-beş merkebe dünyayı dar edin. Trollere işi bırakırsanız tarumar olursunuz.