• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

1924 tarihinde çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasası ile gayrimüslim okulları hariç Osmanlı’dan kalma tüm okullar sistemiyle birlikte lağvedildi. Yerine laik, milliyetçi, Batı değerlerine bağlı; inancına ve tarihine sırt çevirmiş bir toplum inşası için, adı dışında hiçbir şeyi milli olmayan bir eğitim sistemi getirildi.

Din dersi okullarda 1950’lere kadar tedricen kaldırıldı. İmamların memur olma vasfı kaldırıldı. Camiler imamsız cenazeler namazsız kaldı. Bir gece yarısı Kur’an harfleri Latin harfleri ile değiştirildi ve sabaha bütün ülke okuma-yazma bilmeyen cahiller olarak uyandı. Arapça/Osmanlıca harflerle yazılmış bütün eserler yasaklandı.

1950’lerden sonra toplumdan gelen büyük baskılar da dikkate alınarak Demokrat Parti döneminde tedricen ve tek ders olarak din dersi getirildi. Ancak bu dersin içeriği de ifadesini anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk üç maddesinde bulan laik, milliyetçi, batıcı bir içeriğe sahip olmak zorunda idi.

Bir avuç batıcı elitist hariç olmak üzere halkın tamamı sistemden küstürülmüş ve ötekileştirilmişti. Müslüman halk bütün baskı ve yasaklara rağmen çocuklarını dini eğitimi veren gayrı resmi ve yasaklanmış kurumlara gönderiyordu. Sistem bunun önünü kesmek ve halkın İslami eğitim talebini laik, milliyetçi ve batıcı bir potada eritmek için ilk defa 1951 yılında yedi tane imam hatip açtı.

Ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler. Halkımız yeterli bulmamakla birlikte ehven-i şeri tercih etmiştir. Halk bu okullara omuz vermiş, nitelik ve niceliğinin artmasında ciddi katkısı olmuştur. Sistem, gizli ajandası gereğince imam hatiplere üvey evlat muamelesi yapmıştır. 28 Şubat uygulamaları buna en iyi örnektir. Buna rağmen halkımız bu okullara önemli anlamlar yükleyip içeriğini imkanları çerçevesinde zenginleştirmiştir.

Yani anlaşılacağı üzere imam hatipler de diğer bütün okullar gibi sistemin laik, milliyetçi, batıcı birer unsuru olmak zorundadırlar. Dolayısıyla yüz yıldır ülkenin ürettiği problemlerin tamamını sisteme yazmak lazım. Geri kalmışlığı, yoksulluğu, adaletsizliği, hukuksuzluğu, cehaleti, ataleti, yolsuzluğu Osmanlı eğitim kurumları ya da başkaca ülkenin eğitim kurumları üretmedi. Yüz yıldır muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı hedefleyen bu sistem asrın dibinde dolaşıyor. Dindarı da dinsizi de hırsızı da arsızı da ateisti de sistemin tezgahından geçmiştir. Üstelik hiç te yeterli bulmadığımız imam hatiplerden yetişenlerin, laik-ulusalcı dipçiklerin hışmına rağmen ve darağaçlarında sallanma pahasına yaptıkları ıslahatları da çıkarırsanız geriye ne kalır bilmiyorum. Bunlardan Menderes asıldı, Erbakan’a defalarca parmak sallandı, Özal’ın ölümü halen muamma, Erdoğan defalarca ipten döndü.

Dindarlara gelince, her seferinde aynı hataya düşüyorlar. Sisteme ve çıktılarına yönelik her saldırıyı mesuliyet duygusuyla göğüslemek gibi bir refleks geliştirdik. Oysa Müslüman halk, kendisine rağmen ihdas edilen sisteme, kurumlarına ve ürettiklerine dair her kusuru bir devrime hizmet edercesine haykırmalı ve yüzlerine vurmalı.

Fen Lisesi kazanan kızlarını imam hatibe gönderen ikiz babası olarak elbette imam hatipleri önemsiyorum. Ama asla tasavvurumda olan bir eğitim modeli değildir. Üstelik bu ıslahatlar bir iktidar değişikliğiyle gidecek kadar pamuk ipliğine bağlıdırlar.

Sonuç olarak çıplaklığı sanat diye yutturanlar da kendilerine hakaret edildiğinde yeri yerinden oynatmayan imam hatipliler de sistemin ürünü. Cadde sizin, sokak sizin, atölye sizin, makine sizin, usta sizin, çırak sizin, kumaş sizin, iğne sizin, iplik sizin ama defo dindarın; yok öyle dünya. Yasal ve anayasal değişimler olmadan eğitim sistemini değiştirmek mümkün değildir.