Düşünenler çıkıyor; çıkanlar düşüyorsa düşünmek lazım
Düşünme, düşünce üretme insanoğlunun temel ayırt edici hasletidir. Üstün olma, ödüllendirilme ve buna mukabil hesap verebilmenin yegâne kaynağı akıl ve aklın faaliyetidir.
Somut, sembolik, kalıpsal, şekilsel, ezberlenmiş ibadet, ritüel ve faaliyetler akıl olmadan bir başına soğuk, duygusuz, özsüzdürler. Yücelmeye ve gelişmeye bir başlarına hizmet etmezler.
Allah’ın yaratılışının zenginliğinin bir nişanesi olarak her insan hem aynıdır hem de her insan bir başına bir âlemdir ve asla hiçbiri bir diğeriyle birebir örtüşmez. Dolayısıyla bu yaratılış çeşitliliğindeki zenginlik bizim de çeşitliliğimiz ve zenginliğimiz olmalı.
Bu manada her insan kapasitesi oranında duygu ve düşünce üreterek “ortaklığa” bir zenginlik ve çeşitlilik katmakla mükelleftir. Kişi kapasitesi oranında mesuldür ve bu kapasiteyi kullandığı oranda Allah katında yücelir. Ayrıca yaratılıştaki çeşitlilik her bir bireyi bir kulvarda mahir kılarken aynı kulvardakilerin kapasite ve maharetleri de kendi içinde farklı olur.
Bu çeşitlilik bilim, ilim, sanat, edebiyat, ticaret, ziraat, siyaset, spor, liderlik, cesaret, askerlik vb. gibi birçok kulvara ayrılır. Dolayısıyla her birey doğru kulvarda aktive olmalı/edilmeli. Bu modern eğitimin de temel prensibi haline gelmiştir. İşte o zaman çeşitlilik zengin olur. Aksi halde sanatkâra askerlik yaptırmaya kalkışırsanız hem bir sanatkârı hem de bir askeri kaybedersiniz. Ziraata yatkın olandan tornacı çıkarmaya kalkışırsanız ortaya “zirto” çıkar.
Yapıların çemberi korunmacı refleksle daraltıldıkça ya da statik kaldıkça “genişleyen düşünceler” çemberin çeperlerinde gezinerek bir genleşme; değilse bir gedik açma çabasına girerler. O nedenle yapıların çemberi düşünce üretenlerin çapı kadar genişlemeli ve daimi bir genişliğe amade olmalı; ya da “çapları düşünceleri kadardır çemberlerinin” dersiniz.
Dar çemberlere hapsolmak büyümenin ve çoğalmanın da yollarını daraltır.
Her ne kadar her bir insan farklı bir meziyette yaratılmışsa da bunlardan tarihe damgasını vuranlar genellikle sosyolojiye dair fikir, düşünce üretenler olmuştur. Atom bombasını bulan değil ona tahakküm edenler yol haritasını çizmişlerdir.
Bu nedenle partiler, camialar, tarikatlar, dernekler ve devletler genellikle düşünce üretenlerle problem yaşamışlardır. Bunlar da statüko ile çatışmışlardır genellikle. Çemberlerini genişletmeyenler çemberin dışına çıkan mütefekkirlerle uğraşmak zorunda kalıyorlar çoğu zaman.
Benim esas ilgimi çeken husus ise şu; evet biz çemberde tutamıyoruz belki ama çemberden çıkanların çoğu da “düşüyor” maalesef. Nerdeyse çıkanların çoğu “çemberin darlığına” meşruiyet kazandıracak kadar boşlukta debelenip duruyor. Debelendikçe savruluyorlar. Savruldukça “zeminsiz” ve “sınırsız” boşluğu “derinlik” ve “özgürlük” telakki ediyorlar. Ölçüsüzlük ölçü; sınırsızlık sınır oluyor bu çeperden atlayıp çıkanlar için.
Sonra bir taraftan onlara bakıp bakıp hayıflanıyor; diğer taraftan çembere bakıp bakıp daralıyoruz.
Bence genişliğimiz henüz kurulmamış hayallerimizin sınırları kadar olmalı.