Dos(t)doğru Söylemeli- Teorisi ve Pratiği Arasında Sıkıştırıldığımız Cumhuriyet
Mesela yarın sabah Fransa, İtalya, İngiltere, Rusya ve Yunanistan Türkiye’ye savaş açıp uçak ve gemileriyle, nükleer ve kimyasal silahlar dahil bütün kuvvetleriyle saldırıya geçse, dünyanın geri kalanı da onları desteklese, savaş 4 yıl sürse; yüzyıldır modern bir ülke olmamıza rağmen bir direniş gösterilse bile ülke yerle yeksan olup harabeye dönmez mi?
Kuzeyden-güneye, doğudan-batıya dört bir yandan dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle savaşıp bir zafer devşirmek öyle kolay bir iş değildir ve hamasetle izah edilemez.
Çanakkale ve Kurtuluş savaşını veren askerler Osmanlı askeri idi, subayları ve paşaları Osmanlı subayları ve paşaları idi, savaşı veren halk Osmanlı halkı idi, teçhizat, donanım ve donatım Osmanlı’ya ait idi. Yani ne Batı ordularında yetişmiş “yetenekli” subaylar getirtildi, ne silah ve mühimmat ithal edildi, ne de savaşacak lejyonerler getirtildi. Duygusal, düşünsel ve maddi alt yapısı tamamen Osmanlı bakiyesi olan bir miras ile bu savaş verildi.
Elbette Osmanlı zayıflamıştı. Elbette çokça hataları vardı. Elbette düzeltilmesi, revize edilmesi hatta devrimsel nitelikte değişimlerin yapılması gerektiği o günün bir hakikati idi.
Ancak o günün şartlarında kendisine “hasta adam” diyen dünyanın en mücehhez yedi düveline karşı dünyada az örneği olan bir Çanakkale savaşı bir de Kurtuluş savaşı çıkarmayı başarmıştır. Ve o savaşlarda başta Kürdler olmak üzere Müslüman milletlerin tamamından şehitler vardır.
Gizli ajandaları olanlar hariç o gün savaşan hiçbir komutan bir rejim değişikliğini murad ederek savaşmamıştır. Hiçbir asker ama hiçbir asker hilafeti kaldırmak, Kur’an alfabesini değiştirip yasaklamak, dini devletten ve içtimai hayattan çıkarmak için savaşmamıştır. Bilakis bacısının başörtüsüne uzanan Fransız’ın elini kesmek için şehid olmuştur.
Elbette ki cumhuriyet yönetimi insanlığın bugüne kadar geliştirdiği değerli bir yönetim modelidir. Ancak uygulanış biçimi ve birçok haksızlığa kılıf yapılması üzerinden kutuplaşan toplum bugüne kadar çokça tartışmıştır/tartışıyor. Bir kutba cevaben “çocuğa verilen güzel isimle çocuğun ayyaş veya gasıp olma ihtimali ortadan kalkmaz, ancak ameli belirleyici olur” diyor diğer kutup.
Amacımız birilerini övmek veya yermek değildir. Bir resmi gösterme gayreti sadece ve elbette o savaşı veren komutanların askeri dehası tartışılmazdır. Ancak cumhuriyetin üzerinden on yıllar geçmesine rağmen bir Kıbrıs harekatının maliyeti halen sırtımızda kambur gibi duruyor. ABD uğruna Kore’de savaşmanın maliyeti on yıllarımıza mal oldu. Kırk yıldır batılıların desteklediği bir örgütle mücadele ediliyor ve sonuç alınamadı. Örgüt halen siyasetin, ekonominin, iş ve dış politikanın temel belirleyeni konumunda. Gündemin ilk sırasından hiç düşmedi. Varın yedi düvelle savaştığımızı düşünün; nasıl bir sonuç çıkar onu anlatmaya çalışıyoruz. Bazen ancak kıyasla meseleler izah edilebilir.
Elbette yönetim olarak cumhuriyet padişahlıktan evladır. Ancak bizim de ders kitaplarında yazılanlar ile gerçeğimiz arasındaki yaman çelişkiyi sorma hakkımız var Cumhuriyet’te yaşayan vatandaşlar olarak. Halkımızı, başlarına bir diktatör, kral veya şeyh geçirilmiş ve onlar eliyle geri bırakılmış Ortadoğu ülkeleriyle kıyas yaparak oyalıyorlar. Oysa kıyas Fransa ile, İngiltere ile, Rusya ile, İtalya ile yapılmalı. Onların üstüne çıkma iddiamız ve vaadimiz vardı.
Bütün kurum, kurul ve kuruluşlarıyla; tanımı ve pratiğiyle, genel-geçer kaideleriyle içi doldurulmuş bir “Cumhuriyet” talep etmek elbette her vatandaşın hakkıdır. Hakkı talep etmekten asla imtina etmemeli bedeli ne olursa olsun.