İçimizdeki Selman Rüştü’ler
Bir Kur’an algısını tahrip yarışıdır almış başını gidiyor. Doğrusu bir teknik analizi yapacak kadar konunun uzmanı değilim. Ama yapılan tahribatı anlamayacak kadar akıldan uzak ta değiliz. Elbette her türlü yorum ve tefsir yapma hakkına sahiptir herkes. Ancak iftira ve tahrif hâk değil bir ümmetin hak ihlalidir.
Önce sahabeyi kötülemekle/küçümsemekle işe başladılar. Bunu yaparken ilimden beslenmeyen düz aklımızdan yararlandılar. Sonra onlardan tevatür olmuş hadis dediğimiz ve amelde sünnet olarak icra ettiğimiz koca bir tarihi müktesebatımızı hiçleştirmeye çalıştılar. “Zayıf” ve “mevzu” olan mevzimizden vurarak işe başladılar. Artık Muhammed’e(as) ihanet eden bu “kötü” insanlardan sadır olan her söz kötülenebilir red edilebilirdi.
Arkasından sıra Muhammed’e(as) gelmişti. Önce güya ona verdiklere değere istinaden kimi sözlerin ona ait olmayacağını söylemekle, yani yine “zayıf” ve “mevzu” olan yanımızdan vurarak işe başladılar. Sonra güya Allah’ı yüceltme adına Allah’ın kelamının yanında Onun kelamının bir anlamı olmamalıydı. O ancak bir postacıydı. Hatta bazen Allah’ın kelamını gizleyecek gibi oluyorduysa da Allah Onu fena ikaz edip düzeltiyordu. Dolayısıyla Kur’an hakkında yapılacak en büyük yorumu yaparak, yorum ve Peygamber’in uygulamalarını red edip, Kur’an’ın meali ile anlaşılması gerektiğini söylediler. Mealcilik... Sonra “senin mealin benim mealim” çatışması baş gösterdi. Meğer bin beş yüz yıldır Arapça bilen yokmuş. İnceliklerinin farkına bir onlar varmıştı. Hem de Arap değildi çoğu.
Böylelikle sahabe ve hadisten sonra Peygamber de sıradanlaştırılmıştı. Elbette ki hedef bir karışıklık ve karmaşa algısını oluşturarak İslam’a meyletme rüzgarında hız kesme çabasıydı.
Bir yerden düğmeye basılmıştı ve sıra Kur’an’a gelmişti. Hiçbir hezeyan onları kesmiyor, içimizdeki kimi saflar tarafından da satın alınıyordu bu ilimden yoksun sözde aklî hezeyanları. Kurumsal bir yapıdan uzak, kral ve hainlerin eline düşmüş ümmet, bu tahribatı bertaraf etmekten uzaktır. Bu Kral, hain ve Garbiler tarafından finanse edilenlerden birine cevap yetiştirmeden ellisi başkaca bir hezeyan serdediyor.
Evet sıra Kur’an’a gelmişti. Kur’an’ın noktaları sonradan konmuştu ya… Emevi’lerin ürünüydü ya! “…dat değil sat, sin değil şin, qaf değil fe” imiş. “Derebe(dövmek) değil serebe(sevmek) idi” artık kadınla ilgili ayet. Burada dövmenin kast edilmediğini ispatlayan onlarca tefsir olmasına karşın. Noktalama işaretleri de tahrif edilmişti anlayacağınız. Eğer bu safsata da satılabilse isteyen, Kur’an’ın istediği lafzına istediği noktayı koyabilecektir artık, olmasını istediği gibi ya da aklına estiği gibi. Ayrıca Kur’an’ın tahrifinin açık bir iddiasıdır bu. Yine bir başkası Allah Mekke’nin delisiyle uğraşmaz diyerek; bir başkası Bedir’de Allah’ın savaşta ne işi var, bu Allah’a yakışmaz dolayısıyla Muhammed’in eklemesi diyerek; bir başkası nesepsizliği küfür kabul edip Allah küfür etmez diyerek Kur’an hakkında oluşturulabilecek en büyük şüpheyi uyandırarak son noktayı koymak istiyorlar. Eğer Muhammed(as) Kur’an’ın bir yerine ekleme yapmışsa, artık isteyen istediği yer için aklına uymuyor diye Muhammed(as) eklemiştir der.
Ama Allah “Şüphesiz ki onu biz indirdik ve onu mutlaka koruyacağız” (Hicr-9) ayeti ile cevap vermiş ya zaten. Bu durumda eğer Kur’an gerek harf, gerek lafız, gerekse mana açısından bir değişime uğramışsa, hâşâ o zaman Allah Kur’an’ı koruyamamış ve sözüne halel gelmiş olacak ki bu müptezellerin varacağı son yer buradan başka bir yer değildir. İşin hazin tarafı şu ki, inkâr ettikleri hadisi ve kaynaklık ettiği tarihi vesikaları çekerseniz bu müptezellerin iddiasına mesned olacak başka sened kalmayacaktır.
Artık mesele maslahatı aşmıştır. Sözün en keskinini söylemek lazım bu müptezellere! Kimliği ve kariyeri ne olursa olsun.