Geçmiş ile gerçek arasında gençliğik ile imtihanımız
Son yüzyılda yaşadığımız hezimetin sebep, sonuç ve çözümleri üzerinde İslam dünyası yine yüzyıldır yazıyor ve farklı farklı pratikler ile doğrulmaya çalışıyor. Ancak yol almada oldukça gerideyiz. Rekabet ettiğimiz ve mücadele ettiğimiz sistemlerin zaman zaman eksik ve aksaklıklarının çıkardığı çatırdama sesleri ile uyur, avunur hatta övünürüz. Uyanana değin iş işten geçer ve bu defa yeriniriz.
Haşa İslam’da bir problem olmadığına göre sorun bizim fikirsel ve eylemsel pratiğimizde olsa gerek. İslam dünyasının bireysel ve kurumsal entelektüel birikiminin bu güne değin önerdiği çözümler sonuç getrimedi maalesef. Gençlik, umutlarıyla birlikte yaşlanırken ya da “ölürken”, yeni akım ve yönetsel modeller geliştiren Batı dünyası karşısına yeni jenerasyonu bir 10-20 yıl daha sürükleyecek başka umutlar devşirdi entellektüel birikimimiz. Ama hep eridik maalesef. Nicel çokluklarımız da nitel nakıslığa kurban gitti çoğu zaman.
Nasıl ki Batıcı’lar, batının yaşam modelini batılı düşünce metodolojisine kurban ederler; batılılaşmayı batı gibi yeme, içme, giyinme, eğlenme biçimine indirgerler ve böyle yaşamayan birini Covit-19’a çare bulsa bile gerici kabul ederler. Bizdeki dindar damar da çözüm modellerinin nerdeyse tamamında geçmişin kulağından tutup bu güne getirme çabası ve anlayışı aynı şekilde işlemektedir.
Nasıl ki bir batılının kafasında “sarıklı kafa” olamıyor ise, hakeza bizim de kafamızda “kıravatlı boyun” olamaz. O nedenle şapkayı “kafaya takanlar” takmayanların kafasını koparmışlar. Ya da tersiyle adamı kıravatından “çekiştirirler”. Bu böyle olur hep.
Zihnimizin, giyimimizden gülüşümüze değin oluşturulduğu standartlar ve bu standartlara uymayanla mücadele kararlılığımız çok dar bir alanla sınırlı kalan beyhude bir enerji sarfına dönüyor çoğu kez.
Oysa dünyanın insana sunduğu konfor ve eğlence baş döndürücü ve cezbedici bir evrededir. Bu öyle kolay direnilecek ve red edilecek basit bir fedekarlık değildir. Nitekim kısa bir direnişten sonra sırayla ve hızlıca teslim ettik gençliğimizi. Çünkü bu modern dünyanın ruhsuz yaşam konforu ve çeşitliliğine ruh katma yerine, şeytanlaştırıldı. Müslüman dünya ya taklid etti ya da tekdir etti bu yaşamı. İkisi de yanlıştı tabi. Taklid aslına benzetti , tekdir kaçırttı gençliği bizden. Oysa “ruhumuzdan” üflemeliydik oralara. Ya da gençliğin dinamizmine ve kaynayan kanına uygun özgün modeller/alternatifler geliştirmeliydik.
Sazı ve sözü sarhoşun eline terk ettik. Yunus’tan çöllerde gezen deli divanelik, mevlanadan da “sema” kaldı sermaye bize. Bir de yanına ney kattık mı “keserdi” bizi bu “katıksız irfan”. Haşa onları küçümsemiyorum, daraltılmışlıktan ve şekilcilikten yakınıyorum.
Elbette haz-hız sınırsızlığına ve ahlakisizleşmesine itirazlarımızda haklıyız. Ancak kerahet insanda iken bunu mekana da hasredince bir sırtdönmüşlükten mütevellid görememe hastalığı hasıl etmişizdir.
Allah(cc) çoğu kez şekil ve semboller üzerinden bizimle irtibat kurmuştur ve bunlar çok önemli. Ancak şekil öze hizmet etmekten çıkıp “öz” olmuşsa hakikati kaybetmişiz demektir.