• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

                15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra herşey daha iyi olacktı. Beklenti buydu. Öyle ya devlet, vekaleten çalışan büyük ortağından, millet de kanını emen başbelasından kurtulmuştu. Ama olmadı. Beklenenin aksine herşey daha da kötüye gidiyor.

                Darbecilerin kısıtladığı özgürlüklerin genişleyeceği bekleniyorken; OHAL yasaları can sıkmaya başlarken,  güvenlik soruşturmaları gerekçesiyle de 15 Temmuz’da meydanlarda bedel ödeyen dindar gençler kamuya alınmayarak adeta bedel ödetilmeye başlandı.

                Birliği, beraberliği, kardeşliği ve inancı üstün tutan kadrolar unutulup ötelenmekle bırakılmadılar, ötekileştirilip FETÖ ile aynı torbaya konulmaya başlandılar. Bürokrasi  ve kamudan “temizleniyorlar”. Bu kesimler kabuklarına çekiliyor.

                Darbeyi savurmuş iktidarın daha da güçleneceği düşünülüyorken, tersine gittikçe güç kaybeden, iç muhalafet ve iç ayrışmalarla boğuşan “hasta adam” görüntüsü arz etmekte.

“Demokrasi Havarisi” Batı ile, özellikle de ABD ile ilişkilerin darbeyi savurmuşluğumuza ödül olarak doruğa çıkması bekleniyorken tersine cezalandırıyorlar ve karşılıklı düelloya dönüştü ilişkiler. Adeta darbecilerin intikamını alıyor gibiler.

“Üstadı, Kürd diye elini öpmedim” diyen Gülen’in dizayn ettiği milliyetçi bir akıldan darbe sonrası tamamen kurtulma kutlamaları yapmaya hazırlanıyorken, gördük ki tekçi, milliyetçi, ulusalcı, hatta ırkçı eylem ve söylem en geçer akçe oldu. Kürd meselesinin çözümünü bir yana bırakın, bu sorun yok kabul ediliyor, hatta düşünenler cezalandırılıyor. 

Hakeza 15 Temmuz sonrası ceberrut ve tektipçi eski sistemin söylem ve ritüelleri daha da hafifleyecek derken, bilakis dayatan ve “kuruluş yıllarını” aratmayan dil ve ritüeller en üst düzeyde ve en üst perdeden icra edilmeye başlandı. Yakalardaki rozetler renk ve şekil değiştirmeye başladı. Rejimin sahipleri “haklı çıkmanın” gururunu yaşıyorlar.

Darbe girişimi sonrası daha sıcak bir ilişki bekliyorken; başta Suud olmak üzere çoğu siyonist işgalci rejim güdümünde halkı Müslüman ülkelerle ilişkiler çetin bir trende girmiş durumda.

Daha yapıcı ve birleştirici bir muhalefet beklentisi darbe girişimi ve tahribatının sonrasının olağan bir beklentisiyken, tersine tüm muhalifler koro halinde “darbeci aklı” besleyen bir dil ve strateji izliyorlar.

Darbenin kenetleyeceği bir enerji ile çok daha iyiye gitmesi beklenen ekonomi, maazallah bir iç çatışmayı besleyecek kadar kötü durumda. Belki de en yıkıcı olanı bu. Zira günlük yaşantıya direk sirayet eden eğitim, sağlık vb  hizmetlerdeki gerileme halkı oldukça germektedir.

Hakeza ahlaki ve insani yozlaşma had safhada. Aile, İstanbul Sözleşmesi vb devşirme yasalarla ve iktidarın eliyle ifsad ediliyor. Müslüman halk isyan ediyor. Bilumum müfsidler de koltuklarına yaslanmış keyifle kahve içiyor.

Daha da sayabileceğimiz, darbe girişimi sonrası düzelme beklenirken bozulan bu hususlar, iktidarın bütün önleyici çabalarına rağmen gelişen süreçler midir? Elbette hayır! Bilakis icraatlarıyla bu değirmene su taşımaktan imtina etmemiştir. Dahası dostlarını küstürmüştür. Dimyat’tan pirinç diye aldıklarını pişire dursun. Ancak yerken dişleri kırlacak ki o zaman da yine imdada biz koşarız herhalde. “Hasta adam” düşerse bir daha kalkabilecek mecali kalır mı bilmem. Ama devleti, aldığı seviyeye indirerek teslim etmeye and içmiş gibi. Yerine geçecek “adamı” da siz düşünün.