Kızıla Yüz Tutunca Sararıp Düşmek Mukadder Olur
Sonbahar işte! Kızılın yeşilde zuhur ettiği zaman. Sonra sararmanın yeşile hükmettiği vakit… Önce “kızıllaşır” ya yeşil. Hoşlanırız. Gönül çeker. İtiraz etmeyiz. Sonra… Sonra bir bitmişlik vurur gözümüze sarı sarı. Bir “son” iner zihnimize acı acı. Bir “son” vuruş gibi…
Kızıllığa kanmışlığın bedeli olsa gerek sararmış “son”. Geçici bir hevesin cazibesidir suyu çekilmiş “kızıllık”.
Önce güneş tembelleşir. Aldırmayız. Sonra rüzgar hırçınlaşır umursamayız. Ardından sular buz kesilir. “Kana kana” içeriz içimizi kanatırcasına. Sonra “yeşil“ kahrolur ve için için “kızıllaşır”. Hem de altın kızıllığında. Zenginlik vehmederiz bu kızıllıktan, seviniriz. “Kantar kantar biriktiririz.”
Bir “son” uyarı ile kamçılanır buruşmaya yüz tutmuş bedenimiz derin uykuda. Ve “sararmıştır” “yeşil”. Dönülmez son… Artık nafiledir feryad u figan. Ve “yerine başka bir topluluk çıkacaktır”. Bir başka bahar için.
Bir defa olsun “yeşil” “kızıla” kanmasaydı. Bir defacık bu zincir bozulaydı. Bozulmadı! Bozamadık. Oysa delikanlılık çağında ne de gülerdik bu sava. İlk defa bizimle “yeşil” “kızılın” sinsi sinişine ve bütün bedenini sarışına mağlup olmayacaktı. Erkenden fark edecektik güneşin soğuyuşunu. Hissedecektik meltemlerin fırtınaya vurgunluğunu. Susuzluktan ölsek bile “kaskatı kesilmiş” buz gibi sulardan içmeyecektik.
Ama olmadı iki gözüm olmadı. Olmuyor işte. Biz de bir baharlık mevsim tükettik zamandan sadece. “Son” “bahar”`a direnemedik işte. Üstelik hüznümüzü düzecek bir “sonbahar şiiri” bile dökemedik dizelere. Hele bir “romanlık” zaman hiç bulamadık. Notasız bir gazel çığırdıysak bile dokunamadık bir kaç yüreğe.
Biz de “kızıla” kandık işte.
Biz de sarardık bak herkesçe.
Biz de bittik bak “erkekçe”.
Benzedik işte… Özene özene bezendik önce. Arkasından bir güzel “benzedik”. Ne güzel sevinmiştik. Hem benzemiştik, hem de ötekiydik. Ötekiydik ya her şey yakışırdı bize. Bütün kutsal metinler emrimizdeydi artık. Her bir değişimin bir “mübeyyeni” vardı artık; sarıktan sakala, sakaldan eteğe, etekten esfele düşen “mücmel” ilmimizden.
Biz “kızıllaşınca” ölmüştük zaten. Ancak “sararınca” bunu fark ettik. Zira rüzgarda salınıyorduk artık. Kopmuştuk dalımızdan/bağımızdan. Salına salına uçuşuyoruz. Özgürüz artık. Hiçbir “bağlayıcı” kalmamıştı göğe yükselişimize engel. Ermiştik galiba. Yer çekiyorken biz “gök” yükseltiyor zan ettik. Uçmuyoruz, uçuruluyoruz aslında. Düşüşümüz rüzgarın merhametine kalmış artık. Lütfedip bizi bir “dem”lik daha havada savurursa ne ala. “Ermişliğimizi” uzatırız biraz.
Değilse birazdan “son” olacak.
“Kızıllığa” hayranlığımız yaptı bunu bize biliyorum. Güneş kızıllığı…