Gözden ırak olan gönülden de ırak olur
Atasözü ve deyimlerimizde hikmet vardır, yılların tecrübe ve birikimi vardır. Atalarımız ‘gözden ırak olan gönülden de ırak olur` demişlerdir. Yine ölüp giden veya kaybedilen şahısların arkasından hayıflanma ve üzüntü için ‘keşke tanımasaydım, görmeseydim` deyimini kullanmışlardır. Tanınmayan, bilinmeyen, görülmeyen insanlar veya mekânların değeri kıymeti insanlarca bilinmez; sevgisi kalblere ve gönüllere işlemez. İşlemediğinden dolayı da varlığı veya yokluğu bir anlam ifade etmez.
Kâbe, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi İslam`ın üç kutsal mekânıdır. Kâbe ve Mescid-i Nebevi, tarih boyunca zalim sultanların denetimine girmiş olsa da fiili bir işgal yaşamamış; arızi bazı sebepler dışında Müslümanların ziyaretine tamamen kapatılmamıştır. Müslümanlar bu mukaddes iki beldeyi tavaf etme, ziyaret etme imkânına sürekli sahip olmuşlardır. Tarih boyunca o mübarek mekânlara gidenler için uğurlama törenleri, yerine göre hükümdarların da katıldığı şatafatlı karşılama törenleri yapılmıştır. Hacıları sırf görmek, dua istemek, onlardan birkaç söz dinlemek için dağlar, ovalar aşılmış, nice zahmetlere katlanılmıştır. Hacıların gördükleri, anlattıkları, dilden dile dolaşarak Beytullah ve Resulullah aşkı gönüllere işlenmiştir. Oraları görmekle o aşk daha da büyümüş, gidenler tekrar gitmek için yollara revan olmuşladır.
Mekke ve Medine için bu güzel durum yaşanırken maalesef Kudüs için bunu söyleyemiyoruz. Hz. Ömer döneminde Müslümanların eline geçen Kudüs ve civarı, 1099 yılında Haçlılar tarafından işgal edilmiş, 88 yıl boyunca Müslümanlar Kudüs`ten, Kudüs de Müslümanlardan mahrum kalmıştır.
Büyük hükümdar Nureddin Zengi, Haçlı işgali altında olan Kudüs`ün, Müslümanlarca unutulmasın, gönüllerden ırak olmasın diye muhteşem bir minber yaptırır. Bu minbere Mescid-i Aksa minberi adını verir. Bu minberi Şam Emevi Camiine Müslümanların gözü önüne yerleştirir ki Kudüs unutulmasın, gözlerden ve gönüllerden ırak olmasın. Tarihin cilvesi mi diyelim, tevafuk mu diyelim, takdir-i ilahi bu minberi Mescid-i Aksa`ya yerleştirmek Nureddin Zengi`ye nasip olmaz. Kendisinden sonra gelen şarkın en sevgili komutanı Selahaddin-i Eyyubi`ye nasip olur. Selahaddin, 1187`de Kudüs`ü 88 yıllık Haçlı işgalinden kurtararak özgürlüğüne kavuşturur ve minberi Mescid-i Aksa`ya yerleştirir.
siyonist işgalle beraber ne yazık ki Kudüs`ün özgürlüğü sona erdi. 2000 yılında siyonistlerce alınan bir kararla Mescid-i Aksa`da her türlü imar faaliyeti ve Gazze, Batı Şeria`daki Müslümanların Mescid-i Aksa`ya girmeleri yasaklandı. Sonradan Kudüs`ün bazı mahalleleri de bu yasağa dâhil edildi. siyonistler sadece dışarıdan gelenleri değil aynı zamanda Kudüs`te oturan, Mescid-i Aksa`yla komşu olan Müslümanların dahi orayı ziyaret etmelerini, namaz kılmalarını yasakladı. Yaşı 40`ın altında olan Müslümanların Cuma namazını kılmak için mescid-i Aksa`ya girmelerine izin vermeyerek Müslümanlardan soyutlanmış bir Kudüs hedeflemektedir. Müslümanlardan soyutlanmış, ezan ve Kur`an sesinden, namazdan soyutlanmış bir Kudüs tabii olarak Yahudilerin malı olacaktır.
Ziyaret edilmeyen, anlatılmayan, tanınmayan, bilinmeyen, gözlerden ve gönüllerden ırak olan bir mekanla Müslümanların bir ünsiyet, muhabbet kurması söz konusu olabilir mi? Hele hele bedel ödeyecek, canını ortaya koyacak insanlara rastlamak, aramak hayal olur.
Bugün de Kudüs ve Mescid-i Aksa unutulmaması, garip kalmaması, ‘Kudüs işgal altında iken ben nasıl güler, uyurum` diyen Selahaddinlerin yetişmesi için Nureddinlere, minberlere, hatırlatıcılara, uyarıcılara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Mescid-i Aksa`yı ziyaret edecek, oraları görecek, gördükten sonra gelip Müslümanlara Kudüs`ün bereketini, güzelliğini anlatacak, sevgisini yeni nesillerin kalbine işleyecek Kudüs âşıklarına, sevdalılarına çok ama çok ihtiyacımız var.
Kudüs, gözümüzden, kalbimizden ırak olmasın, yoksa kendimize de Kudüs`e de yazık etmiş oluruz…