Arakan`ın feryadı ve acziyetimiz
Arakan`da Budistler tarafından Müslümanlara karşı işlenen vahşet ve katliam, insanlık tarihinde eşine ender rastlanan zulümlerdendir. Bu vahşet, Kur`an nazil olmadan önce olmuş olsaydı belki de kısası ibret olarak ayetlerde anlatılırdı.
Savaş, kavga ve çatışmanın da bir kuralı, bir hukuku, bir ahlakı vardır. Gel gör ki insanlıktan nasibini almamış Budistler, hiçbir bir kural tanımıyor. Bu vahşetin adı ne kavga, ne savaş ne de çatışma ile açıklanabilir. Lügat ve sözlüklerde bunu açıklayacak bir kelime yoktur. Sadece Müslüman olduğu için tanımadığın, bilmediğin, sana bir zararı dokunmamış masum küçücük bir çocuğa işkence etmek, ölmüş cesediyle oynamak, parçalamak, hamile kadına akla hayale gelmeyecek iğrençlikler yapmak nasıl izah edilebilir?
Bu kirli plan, yaklaşık yarım asırdır uygulanmaktadır. Küfür güçleri Arakan bölgesini Müslüman nüfustan arındırmak için yıllardan beri çalışmaktadır. Baskı ve zulümle iki milyon Müslüman kendi topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Buna direnen Müslümanları da bu tür vahşetlerle kaçmalarına dahi fırsat bulmadan yok etmek, arkalarında tek bir delil bırakmamak için de cesetleri yakmaktalar.
Bütün bu olanlara karşılık insanlık ve dünyadan ne bir tepki, ne de bir kınama yapılmaktadır. Sonuçta bunları teşvik eden, besleyen, silahlandıran ve Müslümanların üzerine salanlardan ne bekleyebiliriz? Kardeş olduğunu söyleyen, ellerinde imkân ve olanak olduğu halde koca bir ümmetten ses çıkmıyorsa tüm enerji ve güçlerini İslam ve Müslümanlarla savaşa adamış zalimlerden Müslümanlara yardım etmelerini beklemek beyhude ve safça bir çabadır.
Bu vahşet karşısında öfkeliyiz, kızgınız, üzüntülüyüz. Allah`a karşı, Müslümanlara karşı görev ve sorumluluğumuzu yerine getirememenin suçluluk ve utancını tüm hücrelerimizle yaşamaktayız? Sadece Arakanlı kardeşlerimize karşı değil, dünyadaki tüm mazlum ve mustazaflara karşı görevimizi yerine getirmekten aciziz. İşte Gazze, işte Mescid-i Aksa, işte Suriye, işte Irak, işte Afganistan işte Keşmir ve ümmetin diğer mazlum coğrafyaları…
Yeryüzünde Müslümanlara ve insanlığa karşı işlenen zulüm ve haksızlıkların sona ermesi için güçlünün değil, haklının güçlü olacağı bir dünya sistemi inşa edilmelidir. Bunu inşa edecek olanlar da ne Doğu, ne de batı sistemidir. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis edecek olanlar ancak Müslümanlardır. Maalesef Müslümanlar da günümüzde bu pozisyonda değildir. Müslümanlar, bu pozisyona gelinceye kadar zulüm ve haksızlıklar devam edecektir. Ama ya hep ya hiç mantığı da doğru değildir. İmkân ve olanaklarımızı zorlayarak bu zulme karşı olduğumuzu haykırmalı, durdurmak için tüm imkân ve olanaklarımız da kullanmalıyız. Elhamdülillah son günlerde gerek Türkiye`nin gerek Endonezya, gerek Bangladeşli Müslümanların öncü olmasıyla bu zulme karşı ortak bir ses çıkmaya başladı. Emine Erdoğan`ın bizzat Bangladeş`e giderek Arakanlı muhacirlerin kaldığı kampları gezmesi yanlarında olduğunu göstermesi takdire şayandır. Görüyoruz ki bir iki Müslüman ülkenin ses çıkarması dahi zalimleri ürkütmekte, mazlumlara moral olmaktadır. Ümmetin hep birlikte tek ses ve tek yürek olması tüm dengeleri altüst edecektir.
Arakan Halkıyla Dayanışma Kurumu Başkanı Selimullah Abdurrahman, İslam ülkelerinin Mekke`deki temsilcilerine şu şekilde seslenmesi bu cendereden çıkışı güzel bir şekilde ifade etmektedir: "Arakan halkının geleceği ümmetin birliğine bağlıdır. Siz değerli yetkililerden Arakan halkına yardım çağrımızı yöneticilere ve yetkililere ulaştırmanızı istiyoruz. Ama bize en büyük yardım ise öncelikle kendi aranızdaki ihtilafları sonlandırıp, beraber hareket etmenizdir. Bu birlikteliği gerçekleştirdiğiniz zaman bize en büyük desteği vermiş olacaksınız. Çünkü Burma rejimi bu ayrılığınızdan güç alarak katliamları gerçekleştiriyor…"