• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi kimin kazanacağı kesin olmasa da kesin olan şuydu… Seçimi kim kazanırsa kazansın, ekonomik alanda çok ağır tablo ile karşılaşacak ve ağır yükü omuzlamak zorunda kalacak..

Türkiye, kuruluşundan bugüne ekonomik alanda kendi ayakları üzerinde durmadı, duramadı, durmasına izin verilmedi.  

AK Parti hükümetleri döneminde eskiye oranla ilerleme olsa da istenilen, özlenilen ve vaat edilen ekonomik refah ve gelişmişlik bir türlü yakalanamadı.

Ekonomik alanda bağımsız olamayan bir ülke, siyasi alanda da bağımsız olamaz. İçerde ve dışarda özgür kararlar alamaz, ilkeli duruş sergileyemez.

Dünyayı etkisi altına alan covid salgını, Rusya-Ukrayna Savaşı, 11 ilimizi vuran büyük deprem ile birlikte ekonomik gidişat kötüleşti.

Seçim sürecinde adaylar, vatandaşın oyunu almak için ‘ekonomik vaat yarış’ına girmeleriyle ülke ekonomisinin altından kalkamayacağı vaatleri peş peşe sıraladılar. Kaynağı ve karşılığı bulunmayan her harcama hazineye artı yük getirdi ve borçlanmayı artırdı. Kimse de babasının hayrına para vermez.

Bütün vaatler seçimi kazanan Erdoğan’ın üzerine kaldı. Bu vaatler de erken seçim öncesi bir şekilde yerine getirilmelidir.

Ekonominin başına gelen Mehmet Şimşek, sıcak para aramak için ekibiyle birlikte Londra’ya ardından Körfez ülkelerine gitti.

Dolar, Euro, altının yükselişini önleyeceği söylenen faiz, 27 ay sonra yüzde 8,5'tan yüzde 15'e yükseltildi. Yetmedi, bir ay sonra 17 Temmuz’da yüzde 17.5’a yükseltildi.

Bütün bu adımlar döviz ve altının ateşini söndürmeye yetmedi. Dolar 27, Eruo, 30 TL’yi geçti.

Bazı mallardaki KDV oranın artırılması, yakıtın litresine yüzde 20 artışa denk gelecek ÖTV artırımı ile iğne iplikten her şeye zam gelmeye başladı.

İçerde bu adımlar atılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez Ülkeleri gezisi başladı.

Suudi Arabistan ile Kaşıkçı cinayeti sonrası, BAE ile de Libya, Mısır’daki askeri darbe ve Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Alan üzerinden ilişkiler neredeyse kopma noktasına gelmişti. Özellikle BAE ile ilişkiler hasmane olmuştu.

Katar ile ilişkilerin ise iki ülke açısından tarihinin en iyi dönemini yaşadığını söylemeye gerek yok..

Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik sıkıntılar, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ülkelere gitmesine vesile oldu.

Erdoğan bu geziyle Suudi ve BAE ile yeni birer sayfa açtı. Ülke başkanlarına yerli üretim TOGG arabası hediye etmesi, yanında BAYKAR’ın yöneticileriyle birlikte 200’ün üzerinde işadamıyla birlikte geçmişteki sorunların üzerine kalın bir çizgi çekilmesi ve yeni bir sayfa açılması anlamına gelmektedir.

Suudi ile savunma, askeri ve sanayi alanlarıyla birlikte enerji ve farklı alanlarda antlaşmalar imzalandı.

Bu antlaşmalar, ‘Kaşıkçı’ cinayeti sonrası yaşanan kırılma sonrası ilişkiler için önemlidir. Özellikle BAYKAR’ın elindeki gelişmiş İHA ve SİHA satışları önemlidir. 

BAE ile ekonomik, askeri ve farklı alanlarda 50,7 milyar dolarlık 13 antlaşma imzalandı.

Erdoğan’a BAE Devlet Başkanı Şeyh Muhammed Bin Zayed Al Nahyan tarafından “Zayed Devlet Nişanı” takdim edilmesi önemli idi.

Bundan da önemlisi Türkiye-BAE arasında Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Kurma kararının alınmasıdır. Böylece ikili ilişkilerde, “stratejik” düzeye geçilmiş oldu.

İslam ülkeleri arasında bu tür ilişki ve antlaşmalar olması -her ne sebeple olursa olsun- olumludur. Sonuçta kardeş, komşu ve aynı coğrafyada yaşayan ülke ve halklarız. Birbirimize muhtacız, sorun ve problemlerimizi adalet çerçevesinde savaşmadan, kavga etmeden, sorunlarımızı emperyalistlere havale etmeden kendi aramızda çözebilmeliyiz. Te’dip edilmesi gereken birileri varsa bunu da biz te’dip etmeliyiz.