• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Bayramın birinci gününde, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’e İsveç’te çok menfur bir saldırı gerçekleşti. Kendisini ‘ateist’ olarak tanımlayan bir lanetli, Kur’an sayfalarını yırttı. Bu saldırı, sıradan bir kişinin yaptığı, yapabileceği bir saldırı değildir ve bu gözle bakılmamalıdır.

Bu kirli saldırının, kendisini medeni, her türlü inanç ve fikre saygılı, özgürlüklerin merkezi olarak adlandıran İsveç’te olması, İsveç mahkemesinin bu eyleme izin vermesi ve polis korumasında gerçekleşmesi, bu düşmanlığa farklı bir boyut kazandırmaktadır.

Bu çirkin saldırıya mahkeme tarafından ‘düşünce özgürlüğü’ adı altında izin verilmesi, yönetimin ses çıkarmaması tam bir akıl tutulmasıdır. Bu saldırı, son dönemlerde bütün Avrupa’ya yayılan ve sistemleşen İslam düşmanlığı ve nefret söyleminin devam ve parçasıdır.  

Birçok İslam ülkesiyle ekonomik, siyasi ilişkileri olan, ülkesinde dahi nüfusunun onda biri Müslüman olan, NATO’ya girmek için Türkiye’nin vetosunun kalkmasına ihtiyaç duyan İsveç’te, Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin buna tepki göstereceğini bildiği halde neden bu çirkinliğe izin verildi?

İsveç bütün bunları bildiği halde neden bu menfur saldırıya izin verir ve savunur?

Ülkenin başkanı, ‘bu saldırıyı tasvip etmiyorum ama bir anayasal haktır’ diye nasıl olur da bu saldırıyı halen savunur?

İsveç’in İslam ve Müslümanlara karşı çifte standardını ortaya koymak amacıyla daha önce ‘İncili yakma’ eylemine izin vermeyen İsveç yetkili makamları, saldırıya uğrayacak olan Kur’an olunca düşünce özgürlüğü ve anasayal bir hak diyerek izin veriyor.

Elbette biz ne İncil ne de diğer insanların kutsallarına saldırılmasını istemeyiz ve buna izin de vermeyiz. Zaten bu izni isteyenlerin amacı, İncil’i yakmak değil, ortaya konulan çifte standardı ortaya koymak, fikir ve düşünce özgürlüğü adı altında İslam düşmanlığı yapıldığını gözler önüne sermekti.

Geçmişte ve günümüzde bütün İslam coğrafyasında sistematikleşen bir Yahudilik, Hristiyanlık düşmanlığı olmamıştır. Müslümanların arasında bin yıldan fazladır varlıklarını koruyan gayri Müslimlerin varlığı bunun ispatıdır. Müslüman nüfusun arasında ve yanında binde birin altında olan ehl-i kitab’a saldırmak bir yana her türlü hakları güvence altına alınmış, can ve mal emniyetleri sağlanmış, inanç özgürlükleri koruma altına alınmıştır. Kilise, havra ve diğer ibadethanelerine –münferit ve istisnai saldırılar hariç- sistematik saldırılar olmamıştır.

Bu menfur eylem, bir şahıs ve on milyonluk İsveç’in boyunu ve çapını aşmaktadır. Bunun arkasında gittikçe artan ve sistematikleşen küresel İslam düşmanlığı yatmaktadır.

Küresel saldırılara karşı ancak birlikte mücadele edilir. Bütün Müslümanların kutsallarına saldırı oluyorsa, buna karşı bütün ümmet yekvücut olarak tepki göstermelidir.

Bunun için;

Türkiye ve bütün İslam ülkeleri, İslam İşbirliği Teşkilatı, buna karşı somut adımlar atmalıdır. Elçilerin geri çekilmeli, ekonomik ambargo uygulanmalı, bu saldırıların durması ve yapılan alçakça saldırılar için özür dilenmelidir ki bundan sonra başkaları da bu türden adım atmasın.

Müslümanlar, her zamankinden daha fazla Kur’an ile hemhal olmalıdır. Öğrenme-öğretme, okuma-okutma, anlamını anlama ve hayatımıza tatbiki noktasında daha fazla gayret gösterilmelidir. Ümmet olarak temel sıkıntımız Kur’an’dan uzak bir yaşamımızın olmasıdır.

İslam ülkeleri BM nezdinde girişimde bulunmalı, İslam ve kutsallarına düşmanlık ve saldırı suç olarak kabul edilmeli ve yapılan saldırılar karşılıksız kalmamalı, muhakkak cezalandırılmalıdır.

Allah bizleri Kur’an’ı okuyan, anlayan hizmetkarlarından ve hayatına uygulayanlardan eylesin…