• DOLAR 34.423
  • EURO 36.372
  • ALTIN 2836.624
  • ...
İmralı ile BDP heyeti arasında gerçekleşen görüşme zabıtlarının rötuş yapılmış halinin basına yansımasıyla gazete ve gazetecilik mesleğinin ilkeleri ve etikliği tekrardan tartışılmaya başlandı.
Her konuda olduğu gibi bu vakıada da mesele ilkesel bazda tartışılmaktan ziyade kişisel menfaat ve çıkar, krizi nasıl fırsata dönüştürüm gözüyle bakıldı ve değerlendirildi. Gelişmeler ve sonuçlar benim lehimde ve rakiplerimin aleyhine ise ‘iyi, hoş, oh olsun` ne de olsa basın ve medya özgürdür denildi. İktidar dahi olsan basına müdahale edemezsin, yoksa sansür olarak değerlendirilir. Yok, eğer olanlar aleyhte ise feryat figan basılır, kişilik haklarından, özel hayattan, yerine göre vatan-millet edebiyatı yapılır, basın ve medyanın ahlakiliğinden, ilkelerinden söz edilir.

Esasında her şey gibi basın da iyi, olumlu yönde kullanılırsa güzel ve faydalı sonuçlara; olumsuz yönde kullanıldığında ise kötü sonuçlara yol açar.
Siyer-i nebiye bakıldığında o günün şartlarında günümüzün basın ve medya görevini ifa eden güç, şiirler ve şairlerdi. Mekke ve Arabistan, şiirin en revaçta olduğu mekândı. O günün şiirleri halen edebiyat ve sanatta birer şaheserdir. Şiirler yerine göre kılıç ve oklardan daha çok keskin olabiliyor, orduların yapamadığını yapabiliyordu. Şairlerin şerrinden emin olmak için makam ve mevki sahipleri ve hükümdarlar günümüzde olduğu gibi çaba sarf etmişler, yerine göre parayla kendilerine bağlayarak kontrolleri altına alma veya onları susturma yoluna gitmişlerdir.

İslam`a ve peygamberimize karşı en amansız şairler, müşrik Ebu Afek ve Ka`b bin Eşref gibi Yahudilerdi. Peygamberimiz (as) Müslüman şairlerin bunlara cevap vermesini teşvik etmiş, Hasan b. Sabiti ‘Hasan`ın beyitleri düşmana ok darbesinden daha tesirlidir` diyerek teşvik etmiştir. Bu şairlerin İslam ve Peygamberimize karşı olan şerri o dereceye ulaştı ki Peygamberimiz (as) sahabeleri görevlendirerek onları ortadan kaldırmış ve böylece ebediyen susturmuştur.

Günümüzdeki modern gazete ve basılı medyanın temelleri, kâğıdın bulunması ve matbaanın icadıyla birlikte atılmış böylece ilk gazete denemeleri 17. Yüzyıl Avrupa`sında çıkmaya başlamıştır. Günümüzdeki anlamıyla ilk gazete 1609`da Strasbourg`da haftalık olarak Almanca yayınlanan “Avisa, Relation, oder, Zeitung”dur. Bunun ardından modern gazetecilik ve basın, Avrupa`da hızla yayılmaya başlamıştır. Gazeteciliğin toplum ve kamuoyunu yönlendirmedeki önemi sömürgeci Avrupalılarca kavranmıştı. Artık ordularının yanında basınlarıyla da savaşıyorlardı. Hatta yerine göre basın, ordulardan daha çok iş yapıyordu.

Avrupa`da gazetecilik hızla gelişirken İslam ülkelerinde ise buna paralel bir gelişme olmamıştır. İlk çıkan gazeteleri de ya Avrupalılar çıkarmış veya perde arkasından idare etmişlerdir. Nitekim Osmanlı`da ilk gazete 1795`te İstanbul`da Fransız elçiliği basımevinde basılan ve Fransızca olarak yayınlanan Bulletin des Nouvelles (Haberler Bülteni) adlı gazetedir.
Ümmet coğrafyasında ilk gazete, Osmanlı`dan bağımsızlığını ilan eden Kavalalı Mehmet Ali Paşa`nın Mısır`da 20 Kasım 1828`de yarısı Türkçe, yarısı Arapça olan Vakayi el-Mısrıye`dir. Türkçe çıkan ilk gazete ise 1 Kasım 1831`de “Takvim-i Vakayi”dir. Bu doğal seyrinde çıkan bağımsız bir gazete değil, o dönem devletin resmi yayın organı gibiydi.

Ardından Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval`ı diğerleri izledi. Böylece coğrafyamız gazete ve gazetecilerle tanışmış oldu. Zaman içerisinde basın farklı isim ve yollarla yoluna devam etti. Ama değişmeyen tek şey oldu. Basın ve medya, özgür ve tarafsız olamadı. Halkın ve mazlumun yanında, halkın inanç ve değerleriyle barışık olma erdemini bir türlü yakalayamadı. Ka`b b. Eşref ve Afeklere karşı Hasan b. Sabitlerini bir türlü çıkaramadı veya Hasanlara sahip çıkılmadı, el uzatılmadı.
Allah-u Teâlâ bizlere; toplumun vicdanı olan, kötülük ve münkerata karşı sedd-i zerai olan, insanları iyiliğe çağırıp kötülüklerden nehyeden, zalim hükümdarlar karşısında her ne pahasına olursa olsun hakkı haykıran bir basın ve medya nasip eylesin…