Silahını Üretemeyen Bağımsız Olamaz
Bir ülkenin tam anlamıyla bağımsız olması, kendi güvenliğini sağlaması ve dışardan gelebilecek tehdit ve saldırıları bertaraf etmesi için güçlü bir orduya sahip olmalıdır.
Eskiden orduların gücü sayı ile ölçülürken günümüzde teknolojik gelişme ile ölçülmektedir. Askeri ekipmanlarını teknolojik gelişmeye bağlı olarak güncelleyemeyen ordular, bazı istisnalar dışında başarılı olma şansları yoktur.
Bu askeri teknolojiye sahip olmanın iki yolu vardır: Ya kendin üreteceksin ya da dışardan para ile temin edeceksin.
Tabi silahlar bedavaya verilmiyor. Çok yüksek fiyatların yanında satıcı ülkenin kendine göre farklı istekleri de oluyor. Sattığım silahları şu alanda kullanamazsın, ikinci bir ülkeye satamazsın, hibe edemezsin, ülkende sana karşı savaşan şu örgüte karşı kullanamazsın, ülkende şu kanunları çıkar, şunları çıkarma, şöyle politikalar yürüt, … gibi isteklerinin ardı arkası kesilmiyor. Alıcı ülke, zamanla satıcı ülkenin bağımlısı ve bir nevi ondan emir alır duruma gelebiliyor.
Hele bu satıcı ülkeler dünyadaki emperyalist ülkeler ise bu istekler bitmiyor. Paranla aldığın silahlar seni koruyacağına güvenliğin için bir tehdit haline gelmektedir.
Ki silah ihraç eden ilk beş ülkenin dünyadaki silah satışındaki oranlarına bakıldığında emperyalistlerin bu işin başı çektiği görülür.
ABD, tek başına silah ticaretinin %37’si ile birinci, Rusya, 28,1 ile ikinci, Fransa 11.5 ile üçüncü, Almanya 7.7 ile dördüncü, Çin 7.2 ile beşinci sırada yer almaktadır.
Bunun yanında silah ithalatçısı olan ülkeler ve dünyada satılan silahların alım noktasındaki son 4 yılın yüzdelik sıralaması ise şöyle:
Suudi Arabistan %16.1 ile ilk sırada, Hindistan %13.3 ile ikinci, Mısır %8.1 ile üçüncü, Avustralya %7.1 ile dördüncü, Çin %6.6 ile beşinci sırada.
Sıralamaya dikkat edilirse Hindistan ve Çin, birçok silahı kendisi üretebiliyor. Geriye kalanı bağımsız politikalar üretemeyen ve emperyalist ülkelerin güdümünde olanlardır.
Türkiye, dünyadaki silah tüccarlarının önemli müşterilerinden. Sıralamada Türkiye 20. sırada. Elbette bu sıralamada alt sıralara düşmesindeki en büyük etken, kendi silahını kendisinin üretmeye başlaması ve bazı alanlarda kendisine uygulanan ambargolardır. Örneğin bir f-35 savaş uçağı, Patriot hava savunma füzeleri alabilseydi bu ister istemez sıralamaya yansıyacaktı.
Dünyadaki bu döngüden Türkiye de nasibini fazlasıyla almaktadır. Nuri Killigil vakası, Kayseri’deki uçak fabrikasının kapattırılması, Kıbrıs harekâtındaki silah ambargosu, yılardır satılmayan İHA’lar, parasını ödediği ve ortak üreticisi olduğu halde verilmeyen f-35 savaş uçakları, satılmayan patriot hava savunma sistemleri ve S-400 füze krizi…
Türkiye, dost ve müttefik, diye hitap ettiği ABD tarafından üstü örtülü bir şekilde ambargoya tabi tutulmakta, düşman ülkelere uygulanan CAATSA yaptırımlarına maruz kalmaktadır.
Türkiye, zor ve sıkıntılı olsa da bu cendereden kurtulmak durumundadır. ABD’nin hegemonyasından kurtulayım derken Rusya’nın ya da farklı bir ülkenin hegemonyasına girmek çare değildir. ABD’nin yaptığını yarın Rusya’nın yapmayacağının garantisini kimse veremez. Elbette aradaki ihtilaf ve güç dengesinden istifade edilmelidir. Ama bu da bir yere kadar olacaktır.
Bu, cendereyi diğer İslam ülkeleri de yaşamaktadır. Her ülkenin kendi uçağını kendi füzesini yapması mümkün değildir. Bu hem pahalı hem de gereksizdir. Kolektif ve birlikle ancak bu sorun aşılır ve güçlü hale gelinebilir. İmkân ve olanaklar ile tecrübe ve birikim bir araya getirilirse ortaya muazzam bir güç çıkacaktır. O zaman Kudüs başta olmak üzere bütün İslam coğrafyası her alanda özgürlüğüne kavuşacaktır…