• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Yıllar önce 1990’larda ‘Zindanda Zindan’ adında küçük bir kitapçık okumuştum. Normal bir kitaptan ziyade bir tiyatro kitabıydı. Tiyatro kısaca şöyleydi.
Mevcut ülkede monarşi vardır. Yönetim, kendisine muhalif olan herkesi düşman kabul ediyor ve demir yumruk politikasıyla ezmeye çalışmaktadır. Keyfi tutuklama, işkence, suikast ve idamlar ülkede sıradan şeylerdir. Hukuk, yargı ve siyasi sistemi, muhaliflere yönelik yargısız infaz ve suikastların bir aracı olmuştur.
Bu ülkenin zindanlarından birinde farklı düşüncelere mensup tutuklular vardır. İslami çalışmalarından dolayı suçlu bulunanlar olduğu gibi komünist bir devlet kurmak isteyen sol düşünceye mensup olanlar da vardır.
Solcular ile Müslümanlar arasında fikri müzakere ve tartışmalar doğal olarak olmaktadır. Solculara göre, ülkede mevcut haliyle bir devrim olması mümkün değildir. Çünkü ülkede halen monarşiye dayalı bir düzen vardır. Devrim olabilmesi için monarşiden kapitalizme geçiş olmalı, kapitalizm de zirveyi görmeli ki sosyalizt bir devrim olabilsin. Ki komünistler, sosyalist devrimin İngiltere’de olmasını beklerken Rusya’da oldu.
Ülkede İslam devrimi olur, monarşi yıkılır ve halk sokaklara dökülür. Zindanların kapısı açılır. Halk sevinçle zindandakileri kucaklayarak dışarı çıkartırlar. Ama zindandaki en bilge sosyalist, kendini o kadar kaptırmıştır ki dışarı çıkmayı ret eder. Monarşinin sona erdiğine inanmaz, dışarı çıkmayı ret eder ve zindanda kalmaya devam eder.
Günümüzde düşmanların İslam âlemine yönelik sömürü ve işgalleri, oyun ve entrikaları o kadar şiddetli ve uzun sürdü ki zafer ve galibiyetlere hasret kaldık. Zaferlere karşı nasıl sevineceğimizi unuttuk. Zaferlere şüphe ile yaklaştık. Elbette ki her mücadelenin kendine göre aşamaları vardır. Askeri zaferler ayrı diplomatik zaferler ayrı, ekonomik, kültürel alandaki zaferler ayrı. Ve en önemlisi var olan zaferleri muhafaza etmek ayrı şeylerdir. Bu dünyada şeytan ve dostlarına karşı ilanihaye bir zafer yoktur ve olmayacak.
Bu noktadan hareketle düşman çok güçlü görüldü. Onlara rağmen bir şey yapılamayacağı kanaatine varıldı.
‘Siyonistler Lübnan’da ve Gazze’de yenilmedi, kendi isteğiyle çekildi.’ ‘ABD, Afganistan’dan yenilerek çekilmedi. Müslümanlar birbirleriyle çatışsınlar, birbirlerini öldürsünler diye geri çekildi.’ ‘Muhakkak bir oyun ve entrikası vardır’ şeklinde yorum ve analizlere rastlamaktayız.
Elbette ki düşman, her aşamada düşmanlığını yapacaktır. Ama düşmanı gözümüzde yenilemez, alt edilemez şeklinde büyüterek umutsuz bir duruma düşülmemeli. Müslümanların zafer ve başarısı, tiyatrodaki solcunun durumuna düşülerek görmezden gelinmemelidir.
İslam Peygamberi, sıfırdan başlayarak 23 yıl gibi kısa bir sürede bulunduğu coğrafyadaki en güçlü devleti meydana getirdi. Bu başarı sadece salt Onun şahsiyeti ve dönemiyle sınırlı kalmadı. Çok değil vefatından 3 yıl sonra Şam, 4 yıl sonra Kadisiyye, Nihavend zaferleriyle bütün Irak, 5 yıl sonra Halep, Antakya, Urfa ve Nusaybin, 6 yıl sonra da Kudüs Müslümanların eline geçti. Bu fetihler yavaşlasa dursa da devam etti.
Kudüs’ün işgaliyle sonuçlanan ve dağılan İslam birliği gücü çok kısa sürede sona erdi. Selahaddin’in ortaya çıkmasıyla Kudüs’ün işgalden kurtarılmasıyla kalınmamış, kurulan altı Haçlı krallığı ve Haçlı varlığı tamamen sonlandırılmıştır.
Sonraki dönemlerde Bizans’ın başkenti İstanbul fethedilerek bir çağ kapatılmış. İslam, bütün Afrika’ya, Müslümanlar Viyana kapılarına dayanmıştır.
Müslümanların ani yükselişi ve güçlenmesi İslam düşmanlarını hayrette bırakmaktadır.
Siyonist General Eitan Ben Eliyahu, ‘Ömer İbn’ül Hattab’ın Roma ve Pers imparatorluklarını rekor sürede yenilgiye uğratması Arapların bizi şaşırtabileceğini gösteriyor.’
İngiliz oryantalist Jeb’ de ‘İslam dininin en tehlikeli yönü, görünürde bir sebep olmaksızın anlaşılmaz bir şekilde yükselmesidir’ diyerek hayretlerini dile getirmişlerdir.
İslam’ın gücünü ve Müslümanların yükselişini düşmanların anlamakta sıkıntı çekmesi gayet normaldir. Ama Müslümanları hayrette bırakmamalıdır. İslam’a dayanan Müslümanların, dönemin süper güçlerine karşı kıt imkânlarla elde ettikleri zaferlere karşı şüphe ile yaklaşılmamalıdır. Tarihimize bakmamız ve selef-i salihinin yolunu takip etmemiz işgallerin sona ermesi ve yeni zaferler için yeterli olacaktır.