Camiler, küfürle savaşın merkezleridir
Allah Teâlâ, camileri Müslümanlara ibadet etme mekânı olarak belirlemenin yanında; cami olmadan yeryüzünün herhangi bir noktasında, evinde, tarlasında, işyerinde her nerede olursa olsun, namazını kılabilme, dua ve diğer ibadetlerini yerine getirebilme imkânını da sunmuştur.
Peygamber aleyhisselam, ‘Allah diğer peygamberlere vermediği üç şeyi bana verdi…’ Bu üç şeyi sayarken ‘yeryüzünü bana mescit kıldı’ diye buyurmuştur.
İslam tarihine baktığımızda, camilerin salt ibadet yeri olmadıklarını, çok farklı görev ve misyonu olduğunu da görmekteyiz. Yoksa bu kadar sayıda ve büyük camiler inşa edilmesine gerek olmayacaktı.
Peygamber aleyhisselam, Mekke’de iken, içerisinde 360 put olmasına rağmen ibadetlerini Kâbe’de yapmaya ve orada bulunmaya özen göstermiştir.
Medine’ye gittiği an Nebevi Cami’yi inşa etmiş, burayı Müslümanlar arasında bir buluşma, kaynaşma, mekânı olmanın yanında; eğitim, elçileri kabul etme, yaralıları tedavi etme, evi barkı olmayan ashabın yatma ve kalma yeri olarak kullanmıştır. Mescid-i Nebevi, İslam devleti ve medeniyetinin merkezi olmuştur.
Mekke fethedilince ilk iş Kâbe’deki putların temizlenmesi ve tepesinde ezan okunması olmuştur.
Fethedilen bütün topraklarda yapılan ilk iş orada ezan okunarak camilerin inşa edilmesi olmuştur.
Yapılan bu camiler o şehirlerle özdeşleşmiş ve Diyar-ı İslam olmanın sembolleri olmuştur. Kudüs-Mescid-i Aksa, Şam-Emevi Camii, Diyarbakır-Ulu Camii, Konya-Mevlana Camii, İstanbul-Ayasofya Camii…
Bu camiler o topraklarda Müslümanların iktidarının sembolü olmuşlardır. Ayasofya Camii’nin tekrar ibadete açılması ve Taksim’de inşa edilen Caminin İslam düşmanlarını ne kadar rahatsız ettiklerini görmekteyiz.
Düşmanlar, İslam coğrafyasını işgal ettiklerinde ilk işleri camileri yıkmak, görev ve misyonunu yerine getirmeyi yasaklamak olmuştur. Yüzyıllarca İslam Medeniyetinin sembolü olmuş Endülüs topraklarındaki camiler ya yıkılmış ya da kiliseye çevrilmiştir.
Avrupa’da yükselen İslam düşmanlığının ilk hedefleri camiler ve müdavimleri olmuştur.
Siyonist İsrail, Gazze’yi, Beyrut ve diğer İslam beldelerini bombalarken camileri özellikle hedef seçmektedir. Afganistan’da camilerde bombaların patlatılması, ülkemizde yapılan darbelerde camilerin görev ve misyonlarını yapmalarına engel olunması, salt namaz kılma mekanları olarak görülmesi, kontrol altına alınmak istenmesi, camiye gidiyor, orada Kur’an dersi alıyor-veriyor diye binlerce cami hadiminin cezaevlerine doldurulması bu düşmanlığın dışa vurumudur.
1969’da Aksa’nın yakılmaya çalışılması, Filistin el Halil Camii, Susa Camisi, Yeni Zelanda- Nur ve Linwood Cami katliamlarının camilerde olması düşmanlığın bir bölge ve coğrafya ile sınırlı olmadığını göstermektedir.
Kim iddia edebilir, Kudüs’teki Aksa’nın salt bir ibadet mekânı olduğunu? Kudüs’ü Kudüs yapan Aksa’dır. Bütün kavga ve savaşlar, ödenen bütün bedeller Aksa için değil mi?
Kâbe’siz bir Mekke’yi, Mescid-i Nebevi’siz bir Medine’yi tahayyül edebilir miyiz?
Diğer yerlere oranla camilerin en faal ve sosyal hayatın merkezinde olduğu Filistin’deki Gazze’nin aynı zamanda İslami hassasiyetin en yüksek ve siyonizme karşı direnişin dorukta olduğu yer olması boşuna değildir. Topluma inme ve toplumu idare etme merkezleri camilerdir. İnsanlar birbiriyle tanışırken ve kendilerini takdim ederken gittikleri caminin ismini vermekte ve o caminin ismiyle tanınmaktadır. ‘Ben filan caminin cemaatindenim… Nasır camisinden Ahmet, Selâhaddin mescidinden Yusuf…’ diye isimlendirilmektedir.
Tarihte olduğu gibi günümüzde de küfürle mücadelenin mihver ve merkezleri camilerdir. Camilere sahip çıktığımızda ve misyonlarını yerine getirmelerini sağladığımız oranda küfürle olan savaşımızda başarılı olacağımızı bilelim…