Mültecilerin feryadı diner mi?
Geçen hafta Akdeniz’de mültecileri taşıyan bir botun batması sonucu en az 130 kişi hayatını kaybetti. Gün geçmiyor ki basın ve medyaya mültecilerle ilgili haberler yansımasın. Ama sınırda kapalı konteynırlarda yakalanan, ama sınır dışı edilen, ama deniz ortasında mahsur kalmış ve kurtarılmayı bekleyen, ama barınma şartlarının kötü olmasından dolayı protesto gösterileri yapan...
En acısı da Akdeniz’in karanlık ve soğuk sularında dalgalara yenik düşen şişme botlardan denize dökülen mültecilerin can pazarını yaşaması ve gelen trajik ölümler.
Sahil kenarına cesedi vuran Kürt Aylin bebeğin fotoğrafı belleklerde halen taze. İnsan olan, bir nebze vicdan ve merhametten nasibini almış herkes eminim bu manzara karşısında hüzünlenmiş, gözleri dolmuş ve gözyaşlarını tutamamıştır. Bu masum bebek ve çocukların sahillere vuran cesetleri insanlığı uyandırmaya yetmedi ve küresel manada bir vicdani hareket başlatamadı.
Bütün ölümlere, zorluklara, uyarı ve yasaklamalara rağmen bu ölüm yolculuğu durmadı, durmuyor, durdurulamıyor. İnsanlar bile bile, bu ölümlü yola ‘umut yolculuğu’ adı altında kaderine razı bir şekilde çıkıyor. Bu yolda hayatını, en yakınlarını, eşini, çocuğunu, kardeşini ve sevdiklerini kaybetmeyi göze alarak.
Peygamber Aleyhisselamın Allah’tan sığındığı ölümlerden biri de boğularak ölmedir. Hele hele gurbet ellerde karanlık denizlerde boğulmak en acısı…
Sadece Akdeniz’de boğularak hayatını kaybeden mültecilerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Tabi bunlar resmi kayıtlara geçenlerdir. Gayri resmi rakamları ancak Allah bilir.
2014 yılı: 3.166 kişi
2015 yılı: 3.794 kişi
2016 yılı: 4.329 kişi
2017 yılı: 3.003 kişi
2018 yılı: 2.117 kişi
2019 yılı: 1.336 kişi
2020 yılı: 825 kişi *12 Kasım 2020 tarihi itibarıyla
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2020 verilerine göre dünyada zulüm, çatışma ve insan hakları ihlalleri nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan mülteci ve yerinden edilmiş insan sayısı 80 milyon. Türkiye nüfusu kadar.
Bunlardan 45.7 milyon kişi ülke içinde yerinden edilmiş, 29.6’sı mülteci ve 4.2’sı ise sığınmacı. Dünyanın 40 farklı noktasında düşük ve yüksek yoğunluklu savaş ve çatışma yaşanmaktadır. İşte Suriye iç savaşının Türkiye’ye faturası 3 milyon Suriyeli mülteci.
Yapılan açıklamalar, alınan önlemler ve yasaklar; sorunu teşhis etme ve çözüm üretmekten uzaktır. Sonuçlar üzerinde durulmakta, nedenlere inilmemekte ve çözüm noktasında mesafe alınmamaktadır.
Bazı istisnalar dışında insanlar, can güvenliği ve zaruri ihtiyaçlarını karşılayabildikçe kendi evini, barkını ve vatanının terk etmez. Ayrılsa da bu usul ve yöntemlerle değil.
Allah Teâlâ her coğrafyaya kendi kendine yetebilecek imkân ve zenginlikler bahşetmiştir. Tarım alanı vermemişse muhakkak başka alanda imkanlar ve zenginlikler vermiştir.
Ülkeler arasında doğal olarak gelişmişlik, ekonomik zenginlik ve teknolojik farklılıklar olsa da zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlar muhakkak var olmuştur. Yoksa orada yaşam olmaz. Avrupa’da dahi her ülkenin gelişmişlik düzeyi bir değildir. Ama farklı farklı alanlarda birbirlerine muhtaçlar.
Yaşanan bu mülteci ve sığınmacı dalgalarının esas müsebbibi dünyada devam eden zulüm, sefalet ve sömürü düzenidir. Bu çarkın meydana getirdiği fakirlik ve yoksulluktur. İnsanların en çok mülteci ve sığınmacı durumuna düştüğü yerler verimli, yer altı ve yer üstü kaynakları açısından zengin olan coğrafyalardır. Irak, Suriye, Filistin, Yemen, Libya ve diğer bölgeler çok mu fakir? Dünyanın en verimli ve bereketli topraklarında yaşanan savaş ve çatışmalar insanları mülteci durumuna düşürmektedir.
Batı; alın teri, yer altı ve yerüstü kaynaklarını sömürdüğü Asyalının, Afrikalının gelip te oluşturduğu cennetini bozmasını istemiyor. Bu refah ve bolluğun devamını orada savaşların devam etmesinde görüyor. Afrikalının kendi ayakları üstünde durmasını istemiyor.
Dünyadaki bu sömürü düzeni devam ettikçe mülteci sorunu bitmeyecek. Esas acı olanı da ölümler ve vicdanlarımızı kanatan bebek Aylinlerin sahile vuran görüntüleri eksik olmayacaktır.