• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Siz okuyucularımı şöyle bir asır öncesine götüreyim…

Kudüs, salt Filistinliler ya da Araplar tarafından kutsal tanınan bir şehir ve mekân değil,  Bütün Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen bir mekan. Öyle bir değer veriliyor ki, uğruna başlar feda ediliyor. Mal ve makamdan, evladu iyalden vazgeçiliyor.

Kudüs, Haçlılar tarafından işgal edilince bir Arap tarafından değil bir Kürd komutan tarafından özgürlüğüne kavuşturuluyor. Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturmak bir Türk olan Nurettin Zengi’ye çok uğraşmasına rağmen nasip olmuyor. Bir Kürd olan Selahaddin’e nasip oluyor.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye, rengi, ırkı, mezhebi ne olursa olsun bütün Müslümanlar kendilerini Kudüs’ün koruyucusu ve muhafızı görüyor. Müslümanlar arasında kardeşlik ve ümmet olma şuuru canlı ve diri. Dünyanın neresinde olursa olsun bir Müslümanın zulme ve haksızlığa uğraması karşısında bütün ümmet harekete geçiyor. Bir Müslüman bayanın İslam düşmanları tarafından esir edilmesi üzerine “Va’ Mu’tasıma”feryadı karşısında Halife Mu’tasım yatağından fırlayıp ordusuyla harekete geçebiliyor.

Devasa İslam coğrafyası ‘Hilafet Makamı’ sayesinde siyasi bir birlik ve liderliğe sahip… 

Müslümanların ve kutsal mekânların hamiliğini yapan, üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu var.  

Kudüs ve Filistin toprakları verimli, bereketli. Müslüman nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bir coğrafya. 1850 yılında 350,000 nüfusa sahip Filistin’in % 85’i Müslüman, % 11’i Hıristiyan ve % 4’ü ancak Yahudilerden oluşmaktadır. Ki Yahudi nüfusu Filistin’in farklı kasaba ve köylerinde dağınık halde.

Ekonomik, siyasi, askeri, demografik…  Bütün şartlar Müslümanların lehine ve Siyonistlerin aleyhinedir. Burada bir Yahudi devleti kurmak değil, bir mahalle kurmak dahi mümkün değil.

Bu şartlarda biri çıkarak ümmetin merkezi, Müslümanların bağrındaki Filistin’de ‘başkenti Kudüs olan bağımsız bir Siyonist devlet kuracağım’ dese, ona ‘mecnun, deli’ diyerek tımarhaneye atarlar.

Aynen öyle de oldu.

1897’de İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen 1. Dünya Siyonist Kongresinde Theodor Herzl, Siyonist devleti ilan ederken aynen şöyle der: “Ben bugün burada Yahudi Devleti'ni kurdum, ancak bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde ya da elli sene sonra bunu herkes böyle bilecektir…”

Theodor’un elinde üzerinde çalışılmış çok iyi bir plan var. Bu plan uygulansa, söyledikleri gerçekleşecektir.

Şeytani planın önünde çok ciddi ve zor engeller vardır. Bu engeller aşılmadıkça söyledikleri hayalden öteye geçemeyecektir. Bunlar;

  • Osmanlı’nın yıkılması ve parçalanması. Burada küçük ve zayıf devletçiklerin kurdurulması sürekli birbiriyle savaştırılması. Bunlar arasından tek başına güçlü bir devletin kesinlikle ortaya çıkmaması.
  • Osmanlı’nın son bakiyesi üzerinde kurulacak devletin reddi miras etmesi. Yeni bir Osmanlı ruhunun canlanmaması için gerekli bütün tedbirlerin alınması.
  • Hilafet makamının işlevsizleştirilmesi ve nihayetinde kaldırılması.
  • Müslümanlardaki ümmet ve kardeşlik şuurunun zayıflatılması, bunun yerine milliyetçilik, mezhepçilik ve ulusalcılık düşüncesinin olabildiğince yaygınlaştırılması.
  • Kudüs ve Filistin’deki Müslüman nüfusunun tehcir ve katliamlarla azaltılması, bunun yerine dünyanın dört bir tarafına dağılmış Yahudilerin buraya taşınması ve yerleştirilmesi.
  • Müslümanlardaki Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın önem ve kutsiyetinin azaltılması, gündemden düşürülmesi, Kudüs’ün; Arapların hatta salt Filistinlilerin davasına indirgenmesi.
  • Siyonist rejimin devlet olmaya geçiş sürecinin İngilizlerin hamiliğinde ve ‘Filistin Mandası’ altında gerçekleştirilmesi.
  • Bütün bunların finansı için çok güçlü bir para havuzunun oluşturulması.

 

Evet, planlayıcılarının dahi yüksek sesle dile getirmeye cesaret edemedikleri şeytani proje adım adım gerçekleşti. Son adım olan Mescid-i Aksa dâhil bütün Kudüs’ün işgali ve Siyonist rejimin başkenti olması.

Buna karşı Müslümanlar olarak ne yapmalıyız?

Yukardaki planın tersten işlettirilmesi.

  • Irk, mezhep, ulus yerine ümmet ve kardeşlik şuurunun tesisi.
  • Batılı ve bize ait olmayan kültür ve yaşam biçiminin terki. Yasa ve kanunlar, hayat ve yaşamın her alanında özümüze dönmek, Müslümanca yaşamak.
  • Kudüs davasının sürekli canlı tutulması ve gündemde olması.
  • Ayrı devletler olsa da Müslümanlar arasında siyasi bir birliğin sağlanması. Ortak ekonomik ve askeri bir gücün oluşturulması.
  • Filistin topraklarından işgalcilerin çıkarılması, toprakların muhacir durumunda olan esas sahiplerine teslimi.

Bunları kısa, orta ve uzun vadede gerçekleşecek bir plan dahilinde yaptığımız an Kudüs ve ümmet özgürlüğüne kavuşacaktır…

Siz değerli okuyucularımın Ramazan Bayramını tebrik ediyor, Kudüs’ün özgür olduğu bayramlarda buluşmayı Allah’tan temenni ediyorum.