Avrupa`da Kutlu Doğum!
Bazı duygular, yardımcı etkenlerle daha bir zirve yapar diye düşünüyorum. Sevinç de hüzün de buna dâhildir. Gurbet içinde gurbet, hasret içinde hasretle kutlanan ‘kutlu doğumlar` bu şekilde olsalar gerek.
Avrupa`da kutlanan iki kutlu doğum programına katılma imkânım oldu. Hem kitap imzaladım hem de programlara konuşmacı olarak katılımda bulundum. Gözlemlerim ise duygularımla iç içeydi. Dedim ya Avrupa; gurbet, hasret kokuyordu her yer buram buramdı.
Binlerce insan katılmıştı Belçika`daki ‘Kutlu Doğum` programına. Kürdüyle, Türküyle, Zazasıyla, Arabıyla, Farsıyla; siyahıyla, beyazıyla binlercesi…
Hepsini bir arada tutan neydi?
Hepsini bir araya getiren ne olabilirdi ki?
Kendi kendime bunları düşünürken aklıma farklı bir şey geldi. Acaba denilseydi ki aynı yerde, aynı mekânda bir gurbet buluşması gerçekleşecek veya bir festival yapılacak; kaç kişi gelecekti. Elbette yine katılanlar olacaktı. Fakat asla bu oranda ve bu atmosferde olmazdı.
Demek ki bu insanları bir araya toplayan ve onlara bu manevi atmosferi koklatan bir ortak payda vardı. O da Hz. MUHAMMMED(s.a.v) ve sevgisiydi. Çünkü bu insanlar orada Onu anmak, Onu anlamak için bir araya gelmişlerdi. Ona olan hasret ve özlem; gurbetin vermiş olduğu duygularla birleşince ortaya muhteşem bir tablo çıkıyordu. Kitaplarımı imzaladığım masadan insanları süzerken bunları düşünemeden edemedim.
Belçika ve Paris gibi yerlerde böylesi bir Kutlu Doğum etkinliği, Avrupa`nın göbeğinde ‘Muhammedi Seda`nın neşvü nevası olsa gerek. Hatırlarsanız geçen yıllarda Danimarka`da kendini bilmez bir densizlik yaşanmıştı. Hz. Peygamber(s.a.v)`e hakaret içeren bir karikatür yayınlanmış ve tüm dünya gibi Türkiye`de de protestolar başını alıp gitmiş, Peygamber(s.a.v)`e olan sevgi meydanlarda boy vermişti. O güne kadar Avrupa`da böylesi etkinlikler böylesi çaplarda olmamıştı. Daha sonra seda seda yankılandı Muhammedi sevgi Avrupa`nın birçok yerinde.
Her şey birbiriyle uyumlu ve hoşgörü içindeydi. Hani kimse birbiriyle o kalabalık ortamda çatışmıyor ve engin bir sabırla, hoşgörüyle muamelede bulunuyordu. Hâlbuki gönlüne bu muhabbet yazılmayanların etkinliklerine de şahit olduk. Meydanlara inince nasıl da fincancılar çarşısına girmiş katırlar gibi etrafı, ne kul hakkı ne de insan hakkı gözeterek perişan ettiklerini de gördük. Allah`a hamd ettim ki iman büyük bir nimet…
Paris`teki Kutlu Doğum programı da ayrı bir lezzetti. 50 yaşlarındaki bir bayanın Müslüman olmasının verdiği duygusal atmosfer, ayrı bir hava verdi ortama. Ömrünün 50 yılını böylesi bir bahar ayında ve böylesi bir bereketli ortamda imanla taçlandırmak herkese nasip olmuyor elbette.
Düşünün ki şu anda kaç kişi İslam`dan habersiz öldü/ölmek üzere?
Kaç kişi Allah nedir, Kur`an nedir bilmeden bu âlemden göçtü/göçmek üzere?
Kaç kişiye ulaştık/ulaşabiliyoruz?
Kaç kişi bu muştuyu bekliyor/beklemede?
Ne kadar da şanslıydı hidayet bulan ablamız ve kaç şanslı daha beklemede?
Bu programlar şayet bu tür hayırlara vesile oluyorsa desteklenmeyecek de ne yapılacak?
Üzerinde güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlı bir girişim olan hidayete vesile olmak, oradaki tüm insanların ortak bir gururuydu.
Bu gururla iftihar edilmeyecekse neyle iftihar edilecek?
Avrupa, Üstad Bediüzzaman`ın deyimiyle ‘İslam`a gebedir` inşaallah. Her geçen gün bu daha belirgin bir hal alıyor. İnançsızlığın diz boyu olduğu bir ortamda insanlar, kiliselere bile gitmiyorlar. Öyle ki kilise aidatını vermemek için ateist olduğunu resmiyete dökebiliyor ve ‘Papaz benden daha kötü` diyerek kiliseye eleştirisini rahatlıkla yapmaktan çekinmiyor. Kiliselere bakıyorsun ki boşlar. Sokaklardaki insanlar tüketmek dışında gayeleri olmayan, maneviyattan yoksun gayesiz ve manasız yaşıyorlar.
İnsan sadece tüketmek için mi vardır?
Gayesiz yaşamak için mi yaratılmış insan?
Düşünemeden edemiyorsun o ortamı görünce. Sonra bu tür programların ne mana ifade ettiğini idrakle Allah`a hamd ediyorsun.
Salât, O şerefli Resul(s.a.v)`e; selam ise yolunu takip eden tüm Peygamber Sevdalılarına olsun.