Kuba, davet ve mesaj
Külsum Resulullah`ın (s.a.v) Medine`ye hicretinden önce Müslüman olmuş, Medineli Müslümanların eşrafından olup saygın, salih ve yaşlı bir zattı. Muhacir olup da onun evine misafir olmayan yok gibiydi. Cömert, fedakâr ve misafirperverdi.
Hz. Peygamber ( s.a.v ) Kuba`da Külsum`un evinde kaldığı 1-3 haftalık müddet içerisinde kendine bir misafir gözüyle bakmadı. Zamanın azlığından şikâyetçi olmadı. Günlerdir yaptığı meşakkat ve zorluklarla dolu hicret yolculuğunun eziyetinden bahsetmedi. Birkaç gün dinleneyim, yorgunluğumu atayım demedi. Hele bir Medine`ye yerleşelim de sonra bir plan ve program yaparız, şeklinde düşünmedi.
Henüz Medine`ye varmadan Kuba`da davet ve icraatlarına başladı. Kuba`da Hz. Külsum`ün evinde ağırlandığında hemen plan ve programlarını uygulamaya koydu. Kendisinden önce gelen muhacirlerin ahvalini sordu. Nerede kaldıklarını, neler yaptıklarını öğrendi.
Müslüman teşkilatçı, planlı ve programlı bir adamdır gerçeği, burada da kendini göstermişti. Hz. Peygamberden (s.a.v) önce Kuba`ya varan Muhacir Müslümanlar, Nebevi düşüncenin etkisiyle Hz. Peygamberin (s.a.v) düşündüklerini kısmen yapmışlardı. “Bekârlar Evi” diye bir evde kalanların varlığını öğrenen Hz. Peygamber(s.a.v) oraya gider, ashabıyla oturur, konuşurdu. Bu ev bekâr olan Sad. B. Hayseme`nin eviydi. Gündüzleri burada ashabıyla ve ziyaretçileriyle sohbet edip irşat ve tebliğde bulunan Resulullah (s.a.v), geceleri de Külsum`ün evinde bundan geri durmuyordu.
Toplumu irşad faaliyetlerini daha düzenli ve kalıcı bir şekilde yapmak için Hz. Peygamber (s.a.v) farklı yollar denedi:
-Cenazelere katılmak
-Hastaları ziyaret etmek
-Davetlere icabet etmek
Halka bu yeni dini çeşitli vesilelerle Kuba`da kaldığı bu kısa zaman diliminde de aşılamaya çalışan Hz. Peygamber (s.a.v) bir memurdu. Allah`tan aldığı vahyi elbette insanlara iletmek için yüklenmişti. Şimdi emaneti sahibine tevdi etmek/vermek gerekiyordu. Durmaksızın, bahaneler bulmaksızın…. Zaten davetin en güzel yolu, halkla bütünleşecek ortamlar değil miydi? Cenazelerde halka ahiret hakikatini, ölüm gerçeğini anlatmakla toplumu hesap verme bilincine hazırlamak, Allah`ın huzuruna gidileceği şuuru vurgulamak… Bu şuura sahip birinin vicdanı, toplumun vicdanına dönüşünce maksat hasıl olmuş demektir.
Hastaları ziyaret ise sağlığın kıymetini, yani yitirilenin değerinin bilinmesini beraberinde getirir. Davetlere icabetlerde bu faydayı yani Allah`ın davetinin insanlara ulaşması; anlatılması, şuur ve bilincin artmasını doğurur. Bu ortamlar davetçiler için fırsatlara dönüştürülmesi gereken ortamlardır. Hz. Peygamber (s.a.v), Kuba`ya girdiğinde Kuba`nın rengine bürünmedi. Kuba`ya kendi rengini verdi, iman ve Kur`an şuurunu aşıladı. Bu şuur ve bilinci daha canlı tutmak için Kuba Mescidini inşa etti ki; birliğin, beraberliğin tek yürek olmanın adı olan cemaatleşme daha canlı, daha diri olsun istedi. Toplumsal dirilişi, toplumsal kaynaşmaya teşvik aracı kıldı. Özü imanla yoğrulmuş vahiy eksenli bir sosyalleşme sağladı. Bir misalle açıklamak gerekirse:
İbn-i Esir`in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) Kuba`da ilginç bir uygulamaya şahit oldu ki insanlar bazı mallarını saklıyor, halktan esirgiyorlardı. Halbuki evvelce böyle bir şey yapıldığı bu insanlarda görülmemişti. İslam`ın ve müslümanın ahlakı değildi bu uygulamalar.
Ve bir Cuma hutbesinde Nebevi sözler yankılandı. Kuba Mescidinde: “Ey Ensar Cemaatı! Şimdiye kadar siz; yetimleri yanınızda barındırır, görür, gözetir, iyilikler yapardınız. Allah size İslamiyeti gönderince siz malları saklamaya ve esirgemeye başladınız. Hâlbuki onlardan insanlar yer, siz sevap kazanırsınız; kuşlar yer siz yine sevap kazanırsınız!”
Bu ihtar yetmişti Ensar`a. Lebbeyk, diyen bir uygulama konuldu devreye Kuba`da. Bahçelerin duvarları yıkıldı yahut duvarlara gedikler açıldı sahipsiz, kimsesiz ve yetimler rahatça yesinler diye… Kangren olmadan bir âdetin ibadete çevrilmesi girişimi sosyal hayatta birleştirici bir girişime dönüşüverdi bir anda. Zaten Hz. Peygamberin (s.a.v) gayesi bu değil miydi? Toplumu İslam`a hazırlamak… İslamlaştırmak...
“Temeli ta ilk günden takva üzere kurulu olan ( Kuba) Mescidi”nden dünyaya takva aşılamak…
İşte bu hedef Medine yolunda Ranuna Vadisinde kılınan ilk Cuma namazında şu sözlerle yankılanıyordu.
“Ey insanlar! Kendiniz için ahiret azığı hazırlayınız. Onu kendinizden önce gönderiniz. Elbette ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbülalemin – arada bir tercüman veya perdedar olmaksızın- sizden her birinize soracak:
- Sana Rasulüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Sana mal verdim, ihsanda bulundum. Bu nimetlerden kendin için ahiret payı ayırdın mı ?
Kişi sağına ve soluna bakacak, hiçbir şey görmeyecek. Sonra önüne bakacak. Orada da cehennemden başkasını görmeyecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa Cehennemden kendisini korumaya gücü yeten, hemen o hayrı işlesin. Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın.
Doğrusu kitabullah sözlerin en güzeli ve en beliğidir. Allah`ın kelamından ve zikrinden usanmayınız; (Allah Kur`an`da) helal ve haram olan her şeyi beyan eyler. Artık Allah`a ibadet ediniz… Ondan gereği gibi sakınınız. Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah`ı tasdik ve ikrar ediniz. Allah`ın ihsan ettiği rahmetle birbirinizi seviniz. Şüphesiz ki Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder. Selam olsun sizlere..”