Sonuçlar ve sorunlar!
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, İstanbul Ticaret Odası Meclis Toplantısı'nda yaptığı konuşmada bazı istatistikler verdi:
2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi olarak eğitime ayrılan pay 10 milyar civarıymış. Bugün ise 2017 yılı için Yükseköğretim ve Kredi Yurtlar da dahil edilise 122 milyar liraya çıkmış. Yani OECD ülkelerinden daha fazla milli gelirden eğitime pay ayrılmış.
Buna mukabil 17 milyon 685 bin İlk ve Ortaöğretim öğrencisi varmış. 7 milyon 300 bin yüksek öğretim öğrencisi de düşünülürse 25 milyon öğrencimizin olduğu görülüyor.
63 bin okulun olduğu Türkiye`de bu sure zarfında ilköğretimlerde sınıflar 36 öğrenciden 24 öğrenciye, ortaöğretimde ise 31 öğrenciden 22 öğrenciye düşmüş.
2019 sonu itibarıyla hala ihtiyaç duyulan 60 bin derslik bitecekmiş. Hazırda 1 milyon öğretmenimiz varmış. Norm fazlası mesela Ankara`da 5 bin, İstanbul`da 4 bin gibi öğretmenlerimiz olmasına rağmen MEB, bu ay içinde 20 bin öğretmen ataması yapacakmış.
2002 yılına nazaran bir öğretmene düşen öğrenci sayısında da düşme varmış. Mesela 2002`de ilköğretimlerde 28 olan öğrenci sayısı 17`ye, 18 olan ortaöğretimdeki öğrenci sayısı da 12`ye gerilemiş.
Dün güncellenen MEB Müfredat`ı ise şu şekilde duyuruldu: "İlkokul ve ortaokul düzeyinde 17, lise düzeyinde 24, İmam Hatip Ortaokulu ve İmam Hatip Lisesi düzeyinde 10 olmak üzere toplam 51 ayrı, sınıflar esas alındığında ise 176 müfredat yenilendi." Bu Müfredat 2017-2018 eğitim öğretim yılında 1, 5 ve 9. sınıflarda uygulamaya konulacakmış. Anadolu Ajansının haberinde şöyle devam edilmiş:
“Türkiye'nin bugün bulunduğu noktadan çok daha iyi bir yere geleceğine inandığını dile getiren Yılmaz, şunları belirtti: "İndeksler geleceğimizin çok daha aydınlık olacağını söyledi. Yurt dışında yapılmış bir çalışmaya göre 2030'da İtalya'nın, 2050'de Fransa'nın önündeyiz. Niçin? İnanın Türkiye'de çok iyi giden şeyler var, bunlardan biri de eğitimdir. Eğitimin ölçülen miktarı, en somut milli gelirimizdir. Milli geliriniz ne kadarsa eğitiminiz de odur."
Bakan Yılmaz, sözlerini "Güzel günler göreceğiz. En güzel günler, henüz görmediklerimiz, en güzel sözler, henüz söylemediklerimiz." diyerek bitirdi.”
Gönül isterdi ki Sayın Bakanın son temenni ve dilekleri ile bu müfredat, bundan 15 yıl önce AK Parti iktidara geldiğinde olsaydı ve deseydi ki ‘15 yıl sonra yapacağımız eğitim hamlelerinin madde ve mana açısından sonuçlarını hep beraber göreceğiz.` Böylece biz de Bakan Beyin “Geleceğimiz çok daha aydınlık olacak…, güzel günler göreceğiz…” diye temennilerinden çok; somut neticeler görecek , sevinecektik.
Yine isterdik ki Sayın Bakan, 2030 veya 2050 için beslediği umutları, 15 yıl önce besleseydi de geleceğe yönelik çocuklarımızın hayalleri ötelenmeseydi.
Yukarıda veriler ve istatistiki bilgiler, gelişim ivmesini sürekli yükselten tespitlerdir. Gel gör ki sahada olanlar böyle düşünmüyor. Zira bütçenin, öğretmen sayısının ve derslik sayısının artması, paralelinde öğrenci sayısını ve bu bağlı olan sorunları da artırıyor. 15-25 yıl sonrasının iyi olacağına dair düşünceler ve veriler bugünle değil, 15-25 yıl sonraki eğitimin doğuracağı rasyonel sonuçlarla kıyas edilmeli ki gerçeklerle yüzleşilsin.
“Eğitim”le ilgili ne zaman istatistiki açıklamalar yapılsa aklıma hep İstanbul`un trafiği gelir. Sürekli hava, deniz ve karada yapılan alternatif yol, tünel gibi ulaşım imkanları İstanbul`un tarfiğini azaltmıyor. Çünkü araç sayısı artıkça sorunlarda istikbale yönelik değil, ana yönelik çözülmeye gidiliyor. Yani yüz yıl sonrasını düşünen “geniş ufuklu bir bakış açısı”na ihtiyaç var. Günü birlik değil.
Diyeceğim o ki bu “geniş ufuklu bir bakış açısı” hükümette tıpkı “ulaşım ve sağlıkta” yaptığı atılımlar gibi olmalı. 15 yıllık eğitim serüvenimiz “sonuçlar” bırakmalıydı “sorunlar” değil. Kaporta “Ferrari” görünebilir; ama motor “Hacı Murat…”