Avrupa`da yükselen değer: Irkçılık ve aşırı sağ
Son yaşanan Türkiye-Hollanda krizi, Avrupa`da yükselen değerin ırkçılık olduğu gerçeğini pekiştirdi. Siyasi arenada bu olgu Avrupa ülkelerine adeta bir virüs gibi bulaşıyor. Yakın zamanda liberal ve muhafazakâr partilerin bu virüse karşı “demokrasinin değerleri”yle mücadele ederken bunun yeterli olmadığını farketmeleri üzerine kraldan çok kralcı olma yolunu seçtiler. Sözde insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde dik, tavizsiz bir duruştan ödün verilmeyeceği düşüncesi Avrupa`nın ana sütunu iken şartlar ansızın değişti. Şimdi Avrupa ülkelerindeki birçok yönetim savunulan insan hak ve hürriyetlerini ayaklar altına almakta bir sakınca görmüyorlar.
Aşırı sağın Avrupa'da hızlı yükselişi artık bir gerçek dedik. Hollanda, Almanya ve Fransa gibi ülkeleri etkisi altına aldığını hepimiz görüyoruz. Sığınmacılar ve İslamofobi konusunda sınıfta kalan Avrupa; mülteci karşıtı söylemler geliştirdi. Çözüm değil sorun üretti. Böylelikle AB karşıtı akımlar siyasi alanda gücüne güç katıyor oldu.
Fransa'da aşırı sağcı Le Pen ve Hollanda'da ırkçı lider Wilders'ın oy oranları, aşırı sağın Avrupa'yı nasıl etkisi altına aldığına delil olarak yeter. Uçuk ve gayri insani vaadlere rağmen bu oluyorsa, bu etkilerin gücünde ABD seçimlerinde Trump`un başa gelmesini de motor gücü olarak görebiliriz. Çünkü Avrupa solu için Trump, cesaretlendirici oldu. Peki bu hale nasıl gelindi? Sırayla bakmakta fayda var:
Genel seçimlerin bugün yapıldığı Hollanda da Irkçı lider Geert Wilders'ın liderliğindeki Özgürlükler Partisi (PVV) bu ateşin tetikleyicisi oldu.
Bu kriz, yani yaşanan gerilim, PVV`nin oy oranını artırdı. 2006'daki genel seçimde yüzde 5.9 iken 2012'de yüzde 10.1`e yükselmişti. Wilders`in 2017`deki seçim vaadleri arasında Kur`an`ın yasaklanması, camilerin ve İslami okulların kapatılması vardı.
*
Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD), 2013'te yüzde 4.7 oy almıştı. 24 Eylül'de yapılacak genel seçimlerde 3. olması bekleniyor. AfD Başkanı Frauke Petry, 2016 Ocak ayında verdiği bir röportajda, şunu söylemişti: “Polis, sınırın yasadışı olarak geçilmesini engellemek zorunda; eğer gerekirse silahını kullanmalı, yasada böyle yazar.”
*
Avusturya`da 2016'daki cumhurbaşkanlığı seçimini Özgürlükler Partisi (FPÖ) üyesi Norbert Hofer, ikinci turda yüzde 46.2 oy almasına rağmen kaybetti. Bu parti 1999'da yüzde 27, 2002'de yüzde 9, 2006'da yüzde 11, 2008'de yüzde 18, 2013'te ise yüzde 21 oy oranına yükseldi.
*
İtalya`da ise 2009`da kurulan 5 yıldız hareketi, 2013`te yüzde 25 ile 2. oldu. Buna karşın 1991`de kurulan ve göçmen karşıtı olan Kuzey Birliği Partisinin de 1996`da yüzde 10.1 aldığını unutmayalım.
*
Fransa'da 7 Mayıs'ta ikinci turu yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ulusal Cephe'nin (FN) lideri Marine Le Pen`in yükselişte olduğu görülüyor. Fransa'nın Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılması gerektiğini savunan Le Pen, Euro para biriminin Fransa, İtalya ve İspanya'nın sanayisini olumsuz etkilediğini savunuyor. "Artık dostça ayrılmanın zamanı geldi. Avrupa Sözleşmesinin tamamına ilişkin müzakereler öngörüyoruz…” diyor.
*
Yunanistan`daki Irkçı Altın Şafak Partisi 2012 ve 2015 genel seçimlerinde yüzde 7 civarında oy aldı.
*
Yabancı ve göçmen karşıtı İsveç Demokratları (SD) ise 2014'teki İsveç seçimlerinde yüzde 13 oranında oy aldı.
*
Aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi (DPP) de 2011'de yüzde 12.3'lük oy oranına ulaşmıştı.
Tüm bu gelişmeler Avrupayı düşündürmüyor ve kendi değerlerini yeniden sogulamak gerektiğini hatırlatmıyorsa kötü bir örnek oluyor demektir. Çünkü Avrupa kendini dünyaya örnek olarak gösteriyor ya da dünya onu örnek alıyor. Eh, örnek buysa ne diyeyim.