• DOLAR 34.599
  • EURO 36.123
  • ALTIN 2960.928
  • ...
Devlet Bakanı Ağrı`ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Sebeb-i hikmeti ise çözüm süreci çerçevesinde bazı Sivil Toplum Kuruluşları ve kanaat önderleri ile bir araya gelmek olarak açıklandı. Nitekim bu girişime kimsenin bir şey diyeceği yok. Lakin girişimi farklı kılan iki unsurdan bahsetmek istiyorum:

Birincisi: Sayın Bakan`ın oraya ‘size şu şu yatırımları yaptık, şunları da yapmayı hedefliyoruz` gibi konuşmalarından sanki üçüncü dünya ülkesine gidip oraya yatırım yapma propagandası yapıyor izlemini edindim. Hitap ettiği insanlarla ruhi bir beraberlik kuramayan ve empati yapmayan bir söylem, yani devletin soğuk yüzü yansıyordu söz ve davranışlarına. Çözüm sürecine yönelik gündemi değerlendirmesi ise bir tür konuşmanın garnitürüne benziyordu. Doğalgaz ve demiryolu olmayan Ağrı`ya her ikisi için yuvarlak ifadelerle geçiştirme politikası yapıp geçiverdi sayın Bakan. İnandırıcılıktan uzak ve bir o kadar da ilgisiz.

Acaba bu olacak mı yoksa rafta mı kalacak?
İkinci farklılığa gelince; başlatılan sürecin olumlu bulunduğu fakat görüşmelerin sadece PKK ve bağlantılarıyla sürdürülmesinin, kitlesel desteğe sahip Mustazaflar Cemiyeti gibi oluşumların görüşlerinin alınmadığı yönündeki eleştirilerin hatırlatılmasıydı.

Sayın Bakan, bunu da yuvarlak cevaplar vererek geçiştirdi, şöyle konuştu: “Bizim genel ilkemiz toplumun her kesiminin görüşünü ve katkısını almak. Yani gecikmiş olanlar varsa, ihmal edilenler varsa bunlar telafi edilir. Ama beklenti büyük, bu beklentide bizzat görüş alınır alınmaz; ama herkese düşen bu sürece destek vermektir. Biz ulaşabildiğimiz şekilde mümkün olabildiğince, doğrusu muhalefet partileri dahil herkesin görüşünü alma gayreti içerisindeyiz. Bütün siyasi partilerin, meclis içinde meclis dışında alınan görüşlerini önemli görüyoruz.”
Bu sözleri biraz değerlendirirsek, Sayın Bakan her kesimin görüşünü almaktan bahsediyor. Bu konuda Mustazaflar Cemiyeti Hareketinin acaba görüşleri alındı mı diye sormak gerkmez mi?

Gecikmiş değil de ihmal edilmiş desek her halde bu yanlış olmaz.Telafi edilir demesi ise ciddiyetle bağdaşmıyor. Zira emareleri yok. Karşılıksız destek istemesi, onun talebine bağlı olmadan aklın yolu birdir hikmeti çerçevesinde elbette destek görecektir. Yalnız o talep ettiği için değil, camia bunu gerekli gördüğünden dolayı karşılıksız destekleyeceğini açıklamıştı.

Bu söylemleri eyleme geçecek mi, yoksa rafta mı kalacak onu da göreceğiz!
Gelelim bir hakikatin izharına: Kapatılan Mustazaf-Der, 06.08.2010 tarihli dönemin o zamanki İçişleri Bakanı olan sayın Bakan`a bizzat sunulan raporunda yer alan 33 maddelik çözüm önerileri ne derece dikkate alındı? Merak ediyor insan. Acaba gerçekten değerlendirildi mi yoksa Başbakan`ın bile bu gelişmelerden haberi yok mu? Bölgeyle ilgili bu şekildeki bigilendirmelerde neden Mustazaflar Hareketinin görüşlerinden istiğna ediliyor?

Taban desen taban sahibiler, kitleleri meydanlara sığmayacak kadar halkla bütünleşmiş bir hareket olduğu görülmek istenmiyorsa, görmek istemeyen kadar kör kimse yoktur demekten başka elden ne gelir! Meydanları dolduran ve hata taşan bu hareket, kimsenin burnu kanamadan dağılabiliyorsa eli silahlı ve sopalı olmamaları suç mu?
Üç beş kişi olarak bir araya gelindiğinde ortalığı savaş alanına çevirmemeleri mi suç? Çözümün parçası olmak mı iyi, sorunun parçası olmak mı? Bir köşe yazarının da bu meyanda çözümü arzulayan bu camianın, PKK`nın yerini alacağını veya dolduracağına söylemesi en basit anlamıyla basiret yoksunluğuna yorulur. Kimbilir belki de temennisini dile getirmiştir.

Demek ki devletin ‘çözüm süreci` adına halkına yaklaşım tarzı, ‘kimin elinde silah varsa onu kaale alırız, yoksa muhatabımız değildir` felsefesine dayanıyor. Yanılıyorsam biri doğrusunu söylesin. Mesela Sayın Atalay gibi. Ama içten ve samimi bir tarzda. Soğuk bir yüz ifadesiyle değil. Bu tavır hem iktidara hem de iktidarı yönlendiren danışman veya bakanlara zarar verecektir. Günümüzde kıymetli olan şey silahtan öte düşünceledir. İnsanlar ve hareketler düşünceleriyle değer kazanır ya da kaybeder.
 
Şayet bu basireti kaybetmemişsek sivil toplumun düşüncelerine tez elden başvurup çözümün tek odaklı değil, çok sesli ve uyumlu bir armoniden geçtiğini idrak etmemiz gerekmez mi? Her fırsatta birlik ve beraberlikten bahseden iktidar, bu anlayışı uygulamaktan neden çekiniyor? Muhakkak ki halkına değer veren ve ondan çekinmeyen iktidarlar muktedir olurlar . Lakin halkın düşüncesini önemsemeyen veya sadece bir kesimi muhatap alanlar, bir notayla müzik yapmaya çalışanlardır. Halbuki notalar yedi tanedir. Sormazlar mı, iktidar ‘çözüm süreci` adına kaç notayla müzik çalıyor?
 

Yazarın Diğer Yazıları