Nasip ve Nasipsizlik!
Başladık, başlıyoruz, daha var derken Ramazan ayının 12. gününde, neredeyse yarısındayız.
Demek ki su gibi akıp giden bir zaman diliminin özel bir dönemindeyiz.
Bu idrak ve bilinçle bu günlerin kıymetini bilmek elzemdir.
Gündüzleri Allah’ın rızasını kazanmak uğruna açılığa, susuzluğa, kötü söz ve davranışlardan uzak kalmaya nefsimizi alıkoyup dururken, geceleri teravihlerle boyun eğdirmek bu ayın ruhunda var.
Dilimizden Kur’an, gönlümüzden zikri düşürmemek bu ayın özünde var.
Fıtratın özü ile Ramazan ayının ruhu birleşince, ortaya cennet iklimini yansıtan bir atmosfer çıkıyor.
Düşünsenize, Kur’an halkalarında yer almak ve sindire sindire okumak Rabbimizin kelamını.
Bildiğin ve anladığın yerlere geldiğinde farklı bir halet-i ruhiyeye bürünmek, ilk defa duyuyormuş gibi olmak…
Bir kardeşimize mukabele halkalarında olmayanlar hakkında sorduğumda “Bu bir nasip işi!” dedi de ne kadar hoşuma gitti.
Gerçekten öyleymiş toplu Kur’an okumak, topluca namaz kılmak, topluca salavatlar getirmek, adeta maneviyat şarjını yapmak her kısmetlinin değil, Rabbimin izin verdiği kimselerin nasibiymiş.
Kur’an, okunan ortamda bulunanlar için şefaat ve rahmet kaynağı olup okuyanına hiçbir gölgenin olmadığı mahşerde gölge olur; başa taç olur.
Bu ayın özüne uygun olan yaklaşımda bakmayın bu bereketten uzak olanların ‘ben yalan söylemem, çalmam, kandırmam” diyerek tatmadıkları lezzetlere ekşi üzüm gibi laf atmalarına; oruçluları hedef tahtasına oturtmaya, kalplerinin temizliğinden dem vurmaya, kalplerinin sahibini unutmaya.
Dedik ya bu bir nasip işi.
Nasipsizler bilmez bu hazzı, bu lezzeti.
Orucumuz diyet için değil, sağlık için değil, zayıflamak için hiç değil.
Orucumuz sadece ve sadece Allah’ın rızası içindir, Rabbimizin bizden razı olması içindir.
Orucumuz bir arınma, bir temizlenmedir bir yılın üzerimize sinmiş pası ve kiri olan günahlarından.
Orucumuz bir tebliğdir, bir davettir çevremize, tanıdıklarımıza ve tüm sevenlerimize.
Orucumuz kemale yürüyüş yolunda bir olgunluk, bir asalettir.
Bu duygu ve hissiyatla devam eden bir orucu tutarak onun da bizi tutmasını sağlamış oluruz.
Bu duygu ve hissiyatla okunan Kur’an’ın bize şefaat kapılarını açarız.
Bu duygu ve hissiyatla kılınan namazın bizi kötülük ve günahtan koruduğunu görürüz.
Yediğimiz her lokma, içtiğimiz her yudum hem şifa hem nimet-i âlidir.
Misafire ikram ettiklerimiz ise ahiret için yazılan açık çeklerdir.
Sahib-i oruç olan Rabbimiz ne yazarsa, nasıl yazarsa, nasıl dilerse o açık çeklerimiz nasibimizdir.
Dedik ya, oruç tutmak kadar orucun bereketi ve feyzinden istifade etmek de bir nasip işidir.
Nasibi olana aşk olsun!