• DOLAR 34.592
  • EURO 36.278
  • ALTIN 2968.689
  • ...

Ülke gündemi sürekli değişkenlik gösterse de aslında köken olarak aynı sorunun ekseninde dönüp dolaşıyor: PKK ve devletin zulmü. Bu arada olan, iki zulüm arasında cendereye sıkışmış halka oluyor. Her iki taraf da olabildiğince kin ve nefret tohumlarını ekip halkı biribirine düşürmeye çalışıyor. Gazeteler ve televizyonlara baktığınızda da iki kutuplaşmanın olduğunu müşahede ediyorsunuz.

Sorunun çözümüne yönelik iktidar, BDP`yi muhatap alma düşüncesinde olduğunda onlar PKK`yı adres gösteriyor, aradan sıyrılıyorlar. Zıddı  bir durum söz konusu olduğunda ise PKK, BDP ‘yi işaret ediyor. Oslo`da ve mecliste koparılan gürültünün arkasındaki gerçek bu.

Bu arada her iki taraf birbirini sıkıştırmak ya da masaya mecbur kılmak için halkın taleplerini göz ardı ediyorlar. İktidar, devlet kibri içindeyken PKK, halkın temsilcisi olduğunu ifade ediyor.

Peki, gerçekler ne?

Her iki söylem neden birbiriyle tutarsız ve çelişkili?

PKK, özü itibarıyla sorunu bir ırkın haklarına indirgeyerek sistemin yıllardır yaptıklarının paralelinde bir söylem geliştirmiş. Bu gerekçeyle “Kürt`ün en kötüsü Türk`ten iyidir” idealinde. Aslında bu söylem, pek yabancısı olduğumuz bir söylem değil. Yıllardır bunu devletin ağzından/yetkililerinden nesiller boyu “Türk`ün kötüsü Kürt`ten iyidir” anlayışını yaşattılar/ yaşıyoruz.

Mademki devlet ve PKK, paralel söylemi ve hatta paralel eylemi gerçekleştiriyorlar, o zaman aynı kefeye konulmaları mukadderdir.

Biliyorsunuz ki terazinin iki kefesi vardır. Kefenin birine her ikisini söylem ve eylem olarak koyduğumuzda diğer kefe boş kalır. O kefenin de bir alıcısı olacaktır. O da bu sorunun çözümünde her iki tarafın agresif tutumunu yapıcı ve alternatif çözümlerle pasifize edecek bir yaklaşımdır.

Sorun ırkların bağımsızlığına değil, halkın birlikteliğinin sağlanmasına yönelik çözümlerdir.

Bu birlikteliği en güzel bir şekilde sağlayacak olan “din anlayışı” ve buna paralel geliştirilecek hayat tarzıdır.

Her iki ırktan olanlar da biliyor ki bir ırka mensubiyet, siparişle olmaz.

Allah`ın takdiriyle olan ve insanın hiçbir müdahalesinin olmadığı bir meselede üstünlük iddiası boştur. Ama aklın yükümlülüğü, hangi dini seçmesi/seçmemesi gerektiğini insana yükler.

Yani insan, dinini seçmekte irade sahibidir, ırkını değil.

Hal böyle olunca çözüm, ırksal bir yaklaşım sergilemekle değil, onu inkâr etmeden ve onunla övünmeden dini bir anlayış sergilemededir.

Neden, bu asırda böyle şey olur mu?

Neden olmasın?

Bakınız, her iki tarafın da buluştuğu ortak payda veya nokta nedir? İslam...

Hiç kimse bunu red, hatta inkâr dahi edemez.

Müslümanlık, ortak noktamızsa bu sorunun çözümünde rol oynayacak unsurun din unsuru olması kadar normal ne olabilir?

Ha, bu ortak noktanın dışında olan gayrı Müslimlerin veya bu düşüncede olan, yani halkın değerlerini tanımayıp hatta alay edenlerin -velev ki vekil de olsalar- soruna yaklaşım tarzı, hiç bir zaman bu sorunu çözmeyecektir.

Fakat şu da bir gerçektir ki devlet, dini kendi hizmetinde görmek istiyor. Dolayısıyla karşısında dik bir duruş sergilememiz gereken bir durum varsa, bu yaklaşımdır.

Bu yaklaşım, sistemin İslami olmamasından ileri gelse de bu halk Müslümandır ve dininden, sistemin zulmüne rağmen vazgeçmeyecektir.

Bu doğrultuda halkın değerleriyle çelişmeyen ve dini hassasiyetlerini önceleyen bir siyaset tarzı geliştirilmeye çalışılıyor.

Bu her iki tarafın yani devlet ve PKK`nın alternatifi olan bir siyaset anlayışı olacağından tamamen ırksal tasavvur veya beklentilerin ötesinde olacaktır inşaallah.

Bu girişimi Mustazaflar Hareketi olarak somutlaştırmaya çalışanlar, elbette bu niyet ve gözlemler sonucu muhtelif çalışmalara girişiyorlar.  Zira dernek, cemiyet veya hareket gibi teşkilatsal girişimler yeterli gelmiyor. Yani bu elbise bu bedene dar geldiği için artık hizmet boyutunu bir adım öteye; ama layıkıyla yapmaya çalışacak şekilde yapma girişimine götürmek gerek.

Kendilerinin de belirttiği gibi siyasete kendi rengimizi verme niyetiyle yola çıktıkları için yanlış siyasi anlayışların kemikleşmiş hatalarını acı da olsa kıracaklardır.

Her hak sahibine hakkını verme anlayışı, klasik siyaset anlayışından uzaktır. Onlar da bunu hedefledikleri için başarılar dilemek dışında bir sözümüz yok.

Demek ki bu halkı, Türklük ve Kürtlük yani ırkların üstünlüğü kavgasından İslam kardeşliği noktasına getirmek, soruna bir çözüm olan en büyük ilaçtır. Ancak her iki tarafın umurunda olan bu değildir.

Biri halkı; sorgulamayan, itaatkâr bir sürü gibi görüp sistemin çarklarında eritme sevdasıyla on yıllardır ‘devlette süreklilik esastır` prensibiyle zulmünü sistem olarak sürdürürken, diğeri de halkın değer yargıları bir yana ırksal hakların Allah`ın verdiği haklardan daha üstün olduğunun sevdasıyla sosyalizmi veya ateizmi empozeye çalışıyor.

Bakalım yüzyıla doğru yol alırken hala asıl çözümü görmeyenler ne zamana kadar gerçeklere gözlerini kapayacaklar.  Yoksa çözümün asıl sahipleri mi bu sorunu çözmek için bu işin altına elini sokacaklar.

Kim bilir, belki de Mustazaflar bu soruna çözüm olurlar. Ne dersiniz?

 

Yazarın Diğer Yazıları