Tanı, teşhis, tedavi!
Tepkisiz, dirençsiz ve duyarsız bir mümin profili... Baka baka, susa susa toplumsal yozlaşmaya “bana neci” tavırlar takına takına eleştirenler gibi olmak... Ben değil, elbet biri çıkıp doğruları söyleyecek, elbet biri çıkıp tepkisini gösterecek deyip özne değil, yüklem olmayı seçmek... Etken değil edilgen olmak...
Ve ne zamana kadar topluma sirayet eden bu tefessühe karşı susacağız. Çürümüşlük, gayri İslamilik ailelerimize, çocuklarımıza kadar sirayet etmiş, bizse “mesih” olmayı değil, “Mesih”i bekliyoruz. Hâlbuki her duyarlı Müslüman aile; çocukları, yakın akraba ve çevresi için bir mesih olmalı/mesih olmaya gayretkeş olmalıdır. Suskunlar toplumu, ufku gözetleyenler güruhu olmak çözümün parçası değil, sorunun parçası olmaktır.
Ahlaki zafiyetler gençlerimizi, moda vs kızlarımızı; alışveriş kültürü ailelerimizi, renkli ve albenili reklamlar çocuklarımızı etkiliyor.
Hiç düşündünüz mü acaba, alışveriş merkezlerinde, market ve bakkallarda çocuklara hitap eden renkli yiyecek, içecek türü şeylerin neden hemen girişte ve çocukların rahat ulaşıp dokunabilecekleri yerlerde olduklarını?
Hiç düşündünüz mü acaba 40 gün 40 gece alışveriş kültürünü yaymanın, tanıtıcı reklam broşürlerini ev ev dağıtmanın altında yatan gerçeğin ne olduğunu?
Hiç düşündünüz mü acaba kızlarımızın neden çarşaf veya mantodan sıyrılıp evde giyilen elbiseleriyle dışarıda gezdiklerini? Giyimlerinin İslami olmaktan çok renkli ve dikkat çekici hale gelmesinde de kaygısız olmalarını?
Hiç düşündünüz mü acaba telefon, televizyon, internet ortamlarının daha çok, gençlerimizi neden mıknatıs gibi çektiğini? Kontrolsüz ailelerin, babaların/annelerin çocuklarını bataklığın kucağına attıklarını?
Kendi payıma cevaplasam kocaman bir “hayır”… Yani ‘hiç düşünmedim`le karşılaşıyorum. Evet, maalesef hiç düşünmedik/düşünmüyoruz.
Toplumumuz gittikçe İslamî kimlik ve değerlerden uzaklaşıyorsa, bu kendiliğinden olmamıştır elbette. Elbette bu şeytanî yarışın failleri yukarıda zikrettiğimiz çekici etkenlerdir. Kötülük, cirit atacak yürekler buldukça meydanlar onundur. İyilikse, bir başka bahara...
Dikkat edilirse toplumsal hastalığımızın hikâyesini yazıyor, teşhisini koyuyor, tedavisini biliyoruz. Geriye reçeteyi uygulamak kalıyor. Ama maalesef orada duruyoruz/susuyoruz.
Neden duruyor/susuyoruz?
Kimimiz basireti bağlanmışçasına henüz ateşin bacayı sardığına inanmıyor “benim ailem, benim oğlum, benim kızım” böyle değil. Başkalarınki böyledir” diye düşünüp tehlikelerin farkında olmuyoruz. Kimimizse gece gündüz işte olup evi/evin içindekileri besliyor, evi otel olarak kullanıyor, bir yabancı gibi “ruhi ihtiyaçlarını” bilmiyoruz.
Kimimiz İslamî bilinç, çevre ve dostlar içinde olmayı ekmeğimizle(memuriyet v.s den atılmak gibi) oynamak olarak görüp korkularımıza mağlup olarak “en büyük Rezzak`ı unutuyoruz.
Söyler misiniz?
Tanı, teşhis, tedaviyi bildiği halde, atıl olan bizlere kim yardımcı olacak?
Kim bizi bu gaflet uykusundan uyandırıp dik bir duruş sergilememize vesile olacak?
Bir rahmet tokatı mı yoksa yine de ısrarla uyandığımızda bir helak tehdidi mi bizi vuracak?
Unutulmamalıdır ki Mesih`i beklemeden önce, herkes içindeki Mesih`i canlandırmalı, kendi Mesih`i kendisi olmalıdır. Ailesi için, çocukları için, akraba, eş ve dost için.
Tehlike bizi çepeçevre gittikçe sarıyor. Tek başımıza bu yangından kurtulma imkânımız zor. Telaşsız olmalı, bizim gibilerle/ inananlarla dayanışma sergilemeli, direnmeliyiz. Önce en yakınlarımızdan... Ailemizden… Sonra dayanışma çatısı altına girenlere beraber davranmalıyız ki birliğin aşılmayan bendini izzetli bir duruşla inşa edelim. O inşanın olduğu gayretli günlere yol alanlara ne mutlu.