Şubat şehitleri
Yaşlı bir piri fani… Boğazına düğümlenen kelimeler zihninden geçerken kendinden umulmadık bir hızla yatağından kalktı. Adeta ışık hızıyla davrandı. İyileşmişti demek. Aklı kendisindeki tuhaflıkta kaldı. Duvarı delercesine geçiyor, engel tanımıyordu. İnsanlar, onu Şeyh olarak tanıdıkları için bu normal miydi? Keramet mi gösteriyordu? Oldukça hafiflemiş hissetti kendisini.
Odasına döndü istem dışı. Yatağında yatan hastanın üzerine birileri abanmış, telaş içindeydiler. Hiç kimse kendisiyle ilgilenmiyor, hatta umursamıyordu. Sanki o yokmuş gibi davranıyorlardı. Beyaz önlüklü biri “Öldü” dedi. Kimdi ölen, görmeliydi. Toplananlar arasından süzülüverince yataktaki sima tanıdık geldi. Evet evet, bu… bu… “Ne kadar da bana benziyor” dedi hayretle. “Yoksa… yoksa…” Sözünü tamamlamadan “Kayıt düşün; Erbilli Esad Efendi”. Kendisiydi. Zehirlenerek bir hastane odasında Rabbine kavuşmuştu.
*
Savunma yapmayı red edince Kel Ali diye bilinen Hakim, idama mahkum etmişti onu. Darağacının önüne yağlı urganı boynuna doladıkları anda birden bire kurtuluverdi ellerinden. Hızla kaçıp uzaklaştı. Nasıl becermişti, kendisi de bilemedi. O hızla nefes nefese kalınca neden hiç yorulmamıştı ki? Halbuki yaşı artık bu hızda olmayı geçmişti. Etrafına bakıp ilerlerken kaçtığı yere döndüğünü fark etmedi. Birtakım insanlar gördü. Birini ipten indirip yere uzattılar. “Ne oluyor?” dedi kendi kendine “Kim bunlar, ne yapıyorlar?” Adamlar aralarında konuşuyordu: “Rüyasında Peygamberi görmüş. Yanıma gelmek, dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun?” demiş. “ Peki kimmiş ki bu adam?” “İskilipli Atıf Hoca! diyorlar.”
*
Konferanstan çıktığında silahlı saldırıya uğramıştı. Şiddetle kan kaybederken hastaneye götürülüyordu. Koridorda sedye üzerindeyken aniden doğruldu ve hızla uzaklaştı. Durup arkasına bakınca kimsenin kendisiyle ilgilenmediğini gördü. Bir telaş vardı. Doktorlar bir hastanın odasına girip çıkıyorlardı. Suratlarından kötülükleri okunan birileri hastanın odasına girdi. O da kapanan kapıdan ışık huzmesi gibi süzülüp girdi. Yataktaki hastaya baktı. Kendisine ne kadar da benziyordu. “Hallettiniz mi?” sesini duydu. “Tamamdır, öldü!” dedi bir diğeri. “Artık Hasan El-Benna diye biri yok.”
*
Konferansın en heyecanlı yerinde konuşan siyahi adam, dinleyiciler arasında bir kavganın olduğunu görünce müdahale etmek istedi. Ansızın elinde silahla beliren biri onu hedef alınca, kendini yerde buldu. Işık hızıyla doğruldu. Salonu baştan başa dolandı. Kargaşa içinde gözleri kendisini vuran adamı arıyordu. Demek ki kaçırmıştı. İnsanlar sahne tarafında toplanmış. “Vuruldu vuruldu!” diyorlardı. Kim vurulmuştu? Nasıl Vurulmuştu?” Oraya yöneldi. Yerde yatan birini gördü. Siyah, esmer tenli olan adam, tanıdık gibi geldi. Nerden tanıdığını hatırlamaya çalışırken konuşulanları duydu: “Malkolm, Malkolm şehit oldu!”
*
Fatih Camii’nde cumayı kılmış, merdivenlerden aşağı iniyordu. Boyacı kapısına yönelmişti ki bir uğultu duydu. İnsanlar sağa sola kaçışmaya başladı. Birini gördü. Kendisine tabancayı doğrultmuş, ateş ediyordu. Peş peşe sıkılan mermileri hissetmedi. Kendini yere attı. Şimşek hızıyla yuvarlanıp duvarı siper etti. Kalabalık kaçışıyor, can havliyle herkes bir yerlere sığınmaya çalışıyordu. “Delikanlıyı vurdular” diye bağıranlar oldu. Doğrulup bir çırpıda boyacı kapısına koştu. Ateş edeni görmek istiyordu. Kaçışanların adeta içinden geçince haline şaşırdı. Duvar dokununca eli içine girdi. İlerleyince duvarı geçip gittiğini gördü. “Neler oluyor bana?” dedi kendi kendine. Sesler yükselince kalabalığa doğru gitti. Yerde yatan delikanlıya acıyarak baktı. Siması tanıdık geldi. Tam kim olduğunu çıkarmaya çalışıyordu ki “Metin’i vurdular. Metin Yüksel şehit oldu. Allah’u Ekber!”
*
Aylardan Şubat… Zaman mefhumunun yitirildiği bir ay… Yüce Allah’ın şehitlere lütufta bulunduğu anların kendileri de farkında değilken biz acizler mi şehadetin mantığını anlayacağız? Heyhat!